28 Şubat 2009 Cumartesi

CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜLÜN, Milletvekili iken 8.Mart.1995 Günü TBMM Kürsüsünden Yaptığı Konuşma





Cumhurbaşkanımızın AB'ye bakışının tarihi süreç içerisinde nasıl değiştiğini gösteren tarihi bir konuşma..



Genel Kurul Tutanağı 19. Dönem 4. Yasama Yılı 83. Birleşim 08/Mart /1995 Çarşamba




Kayseri Milletvekili Abdullah Gül:

Şurada "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" yazıyor. Bunun anlamı nedir; bu kadar önemli bir karar alınırken, milletin bu konuda bilgisi olması ve milletin bunu bilmesi gerekir. Bunun anlamı budur.

Şimdi soruyorum: Türkiye Gümrük Birliğine girdi -daha doğrusu girmedi- bunun ilk anlaşmasını yaptı, Avrupa Parlamentosunda görüşülecek. Şimdi, Türk halkı, bu Gümrük Birliği nedir... Türkiye Cumhuriyetinin en önemli antlaşmasına imza atan bu Hükümet, halka gerçekten bir bilgi vermiş midir; Parlamentoya bilgi vermiş midir? Bu, demokratik bir anlayış mıdır; bu, halka güvenen bir anlayış mıdır?

Şimdi, Avrupa'ya bakın; Avrupa'da -Norveç'te, Danimarka'da, Fransa'da, İsviçre'de- birçok ülkede, bu konularda halka gidilmiş, halka sorulmuş; referandum yapılmış; böyle önemli bir anlaşma var, bunun mahiyeti şudur şudur, buna girmek ister misiniz diye. Bazı, ülkelerde -Fransa'da- yüzde 3 farkla kabul edilmiş; bazı ülkelerde reddedilmiş. Norveç'te iki kez reddedilmiş. Danimarka'da, İsviçre'de... Bazılarında reddedilmiş, bazılarında kabul edilmiş.
Peki, şimdi, Sayın Dışişleri Bakanımıza sormak istiyorum: Niçin Türk halkına, bu millete sorma ihtiyacını duymadınız? Bu, demokratik bir olay mıdır? Diyorsunuz ki "Bu kadar önemli bir olay... Bu olay, sadece Avrupa ile dar bir gümrük birliği anlaşması değildir. Siyasî mahiyeti, kültürel mahiyeti olan geniş bir anlaşmadır." Peki, bu kadar geniş bir karar alınırken, bu halka gidip de, sen ne düşünüyorsun diye hiç sorma akıldan geçmemiş midir?
Şimdi, aslında bu tavır, bizim için bilinen bir tavırdır. Bu tavır bilinendir; aslında, tek parti devrinin tavrıdır. Tek parti devrinde de, birçok önemli kararlar alınırken, halka hiç sorulmamıştır. Halka güvenilmediği için "Halk, doğru yolu; halk, kendisi için çıkarlı olanı, faydalı olanı bilemez; hatta şuurunda, hatta rüştünde değil" anlayışı, tek parti devrinin anlayışıdır ve hâlâ, o ideoloji, o anlayış devam etmektedir.. ...bir emrivakiyle karşı karşıya bırakılmıştır ve Türkiye bu şekilde girmiştir.
Ayrıca, tabiî, moral olarak da -halk da biliyor, siz de biliyorsunuz, herkes biliyor- aslında, bugünkü Hükümete, girdiğiniz, girmek üzere olduğunuz -göreceğiz tabiî onu- bu Avrupa Gümrük Birliğinde -daha iyi bileceksiniz- "care taker hükümeti" derler. Yani, bu tip hükümetler önemli kararları almaz; siz geçiş hükümetisiniz. Yarın kimin bakan olacağı belli değil. Sayın Murat Karayalçın'ın şahsına karşı tabiî saygımız vardır; fakat, yarın siz bakan mısınız? Sizin partiniz birleşmiş, yarın nasıl bir hükümetin çıkacağı bile belirsizdir. Güvenoyu alınacak mı alınmayacak mı; bunlar bile tartışılmaktadır.
Aslında, moral açısından da, demokratik anlayış açısından da, bu Hükümet böyle önemli bir konuya imza atamaz, halka sormadan bu işi yapamaz. (RP sıralarından alkışlar)
Aslında, Avrupa Gümrük Birliğine Türkiye'nin gayretleriyle girilmedi. Bunu burada açıklıyorum. Bu tamamen ideolojiktir, tamamen siyasî bir olaydır. Bu ideolojik tavır, hem şu anda Türkiye'yi yönetenler açısından geçerlidir hem de Avrupalılar açısından geçerlidir. Türkiye'nin Avrupa Birliğine giremeyeceği kesindir; bunu Avrupalılar söylemektedir, Avrupanın önde gelen bütün politikacıları söylemektedir, Avrupalı filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü, Avrupa Birliği bir Hıristiyan Birliğidir. Bunu biz söylemiyoruz; bunu, dünkü, Avrupa Birliğinin başındaki Delors söylüyor, dünkü İngiliz Başbakanı söylüyor, bunu Avrupa'da herkes söylüyor, herkes biliyor.
Sayın Dışişleri Bakanı "Sayın Başbakan 2001 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliğine gireceğini söyledi" dediler. Peki, ben şimdi kendilerine soruyorum; Avrupa Birliğinin dokümanları var, Avrupa Birliğinin tam üyesi ülkeler kimler olacak diye 2010 yılı için projeksiyon yapmış. O ülkelerin içerisinde, dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri, Letonya, Litvanya, Estonya, Sırbistan, Bulgaristan, Çekler, Slovaklar, Macarlar, Malta, Rum kesimi gibi bütün bu devletler var mı; bunların hepsi var. Peki, bu dokümanda Türkiye'nin ismi geçiyor mu? Halbuki, Türkiye, 1963 yılından beri girmek için uğraşıyor. Var mı Türkiye'nin ismi; yok. Dolayısıyla, gerçekler saklanıyor. Tabiî, onun bir izah tarzı var.

Şimdi ben soruyorum: Yine, Sayın Dışişleri Bakanı "1963 Ankara Antlaşması, yürürlüktedir; biz, ona dayanarak, bunları, uyguluyoruz" dediler. Peki, o antlaşmaya göre, 1986 yılından itibaren, Türk vatandaşları, Avrupa'da serbestçe dolaşmayacaklar mıydı? Bu hakkı niçin almadınız o zaman? Ankara Antlaşması, daha önce yaptığınız anlaşmalar, bu hakkı verdiyse, niçin, onlar diretiyor "hayır, benim çıkarıma değildir; Türkiye'de 10 milyon işsiz vardır; Türkiye'nin nüfusu büyüktür, gelir Avrupa'yı işgal eder, istediği yerde oturacak, istediği işi yapacak. Ben, bu imzaladığım, taahhüt ettiğim, 1986 yılında uygulamaya girecek dediğim antlaşmayı tanımıyorum" diyor da, siz, nasıl oluyor da, hâlâ, 1963 Antlaşmasından bahsediyorsunuz(!)
1982 yılından itibaren, malî yardım yapmayacak mıydı Ankara Antlaşmasına veyahut da diğer anlaşmalara göre... Dolayısıyla, burada, herşey, tek taraflı olarak gitmektedir. Avrupa'nın menfaatları söz konusu olduğunda tavizler verilmektedir, vazgeçilmektedir; fakat, Türkiye'nin çıkarları söz konusu olduğunda, hiçbir direniş, hiçbir ısrar olmamaktadır. Bu, şudur: Ne pahasına olursa olsun, Türkiye, Avrupa Birliğine girecek, Türkiye, Gümrük Birliğine girecek anlayışıdır. Siz, eğer, bu zihniyette olursanız, işte, o zaman, Prof. Erol Manisalı'nın dediği gibi "sizi, o zenginler köşkünün -maalesef, üzülerek, söylüyorum kendi ülkem adına- bahçesindeki bir kulübeye, böyle koyarlar işte." Bunu, biz söylemiyoruz, herkes söylüyor.

Bu, ideolojiktir dedim; aslında, Türkiye, kendi gayretleriyle girmedi buna. Avrupa Birliğine, Türkiye'nin alınmayacağı kesin olunca, Türkiye'nin de, kendi başına bırakılması Avrupa'nın çıkarına değildi; çünkü, Türkiye'nin önünde büyük bir potansiyel vardır; bu, tarihî bir potansiyeldir, bu, bir realitedir istesek de istemesek de.

İşte, Türk cumhuriyetleri çıkmıştır, işte, İslam ülkeleri vardır. Bugün, siz, bir Almanla Azerbaycan'a gittiğinizde, Kazakistan'a gittiğinizde, gösterilecek ilgi çok farklıdır. Avrupalı, bunu bildiği için, Türkiye'yi serbest bırakmak istememiştir; çünkü, Türkiye'de, dürüst bir yönetim, sermayenin, holdinglerin emrinde olmayan, halkın emrinde olan bir hükümet işbaşına gelirse Türkiye, bu potansiyeli kullanır ve Türkiye tekrar, eskiden olduğu gibi, bir denge unsuru olur. Bunun bilincinde olan Avrupa, Türkiye'yi işte kendi avantajlarından faydalandırmayarak bir mekanizma bulmuştur ve Türkiye'yi Gümrük Birliğine böyle sokmuştur.

Yeni bir statü vardır bugün. Daha önce dediğiniz anlaşmaların hepsi kâğıt üzerindedir. Bu statüyü Türkiye, kabul etmiştir ve Türkiye'nin Avrupa Birliğine girip de o bahsettiğiniz avantajlardan faydalanması hikâyedir. Böyle bir şey söz konusu da değildir, olmayacaktır; bunu söylüyorum, bunu Avrupa Birliği dokümanları da söylüyor.

Şimdi, peki niçin Türkiye buna girdi; Sayın Başbakanın Washington Times gazetesinde, Herald Tribune'de çıkan makalesi ortada... Bizi almazsanız Türkiye'de kökten dincilik, yani, İslamî şuur, yani, tekrar Müslümanım diyen insanlar, Müslümanca yaşamaya başladılar; bu gelişiyor, bu bir tehlikedir sizin için, bizi alın diyor. Bu da Tanzimat Fermanından Mustafa Reşid Paşa ile başlayan zihniyetin devamıdır. Bunun için halka sormaktan korkulmuştur. sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Demokratikseniz, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, bunun için halkın oyuna başvururdunuz, gidip halka sorardınız.

Aynı şekilde, İngiliz Dışişleri Bakanı -bakın gazetelerde yazıyor- "Türkiye'yi biz kendi haline bırakamazdık, Türkiye'yi başka yönlere sevk edemezdik" diyor. Bu İngiliz Dışişleri Bakanı, Bosna-Hersek'teki katliamın arkasında olan birkaç dışişleri bakanından birisidir. Bosna'daki 250 bin tane Müslümanın, Avrupanın gözü önünde, dünyanın gözü önünde katledilmesinin müsebbiplerinden birisidir. Bu adam mı Türkiye'ye sevgisiyle, Türkiye'yi biz aldık diye sevinecektir?

Ben şimdi hepinize soruyorum; Sayın Dışişleri Bakanına, Sayın Dışişleri Bakanlığındaki diplomatlara soruyorum: 1994 yılında Avrupa ülkelerinin Türkiye'deki büyükelçilerinin en büyük faaliyeti ne idi; Türkiye'yi Gümrük Birliğine sokmak için ikna etme... Gümrük Birliğine Türkiye'nin girmesi zararlıdır diyen, buna karşı olan siyasî gruplar, üniversiteler veyahut da ekonomik topluluklarla uğraştılar ve bunları ikna için uğraştılar. Şimdi, peki, Avrupa Birliğinden önceki anlaşmalardan doğan 1986'daki serbest dolaşım hakkı için niçin ısrar etmiyorlar da, İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan Büyükelçileri, gelip de, siz buna girin, girin, girin diye ısrar ediyorlar; bunu bile Türkiye görememiştir ve ben gireceğim diye gayret edince, zaten Türkiye'yi almak peşinde olan, karar vermiş olan, böyle bir statüye durumu indirgemek hesabını yapmış olan Avrupa, daha da büyük tavizleri -Kıbrıs tavizi gibi- alarak, Türkiye, sözüm ona girmiştir. Göreceğiz tabiî neler getirecek Türk sanayii açısından.

Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Hükümet, nezaket icabı bile, bu anlaşmanın metnini, Türkiye'deki siyasî partilere, bu Parlamentodaki gruplara vermemişlerdir; biz, başka yerlerden almışızdır bu İngilizce metinleri. Halbuki, halktan korkuluyor, Parlamentodan korkuluyor "gönderin, inceleyelim, okuyalım; size gelelim, şu şöyle bu böyledir" diyelim... Bundan bile kaçınılmıştır, bu nezaket bile gösterilmemiştir.

Şimdi, burada, maddeler vardır, bunlar İngilizce maddeler; çok muğlak maddeler. Şimdi, siz de söylediniz "biz, serbest ticaret bölgesine mi girdik; yoksa, Gümrük Birliğine mi girdik?" Gazetelere bakarsanız, medyaya bakarsanız, hep anlatılan şey, serbest ticaret bölgesinin kaideleridir. Türkiye'ye zenginlik gelecek, mallar girecek; bir pembe tablo. Tabiî ki en çok çıkarı olan grup medya olacaktır. (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, önümüzdeki yıllarda, Türkiye'deki en gözde olan sektör reklam sektörüdür; Türkiye, bir tüketim ekonomisine yönelecektir. Hani, SHP'li, CHP'li arkadaşların tenkit ettiği 80'li yıllardaki ANAP dönemi var, her şey ithal edildi. DYP'liler, siz "aslında zengin değilsiniz; ama, borç parayla ithal ettiniz ve bugünkü duruma düştük" demiyor musunuz; Türkiye'de aynı durum olacaktır. Türk halkının harcama seviyesi nedir; millî geliri 2 bin doların altındadır. Avrupalının fert başına geliri nedir; 20 bin dolar civarındadır. Siz neyi alacaksınız, neyi alacaksınız? Alım gücünüz mü olacak; ama, bunların reklamı yapılacak, eğer, bugün reklam harcamaları 5 trilyonsa, 20 trilyona çıkacak. Tabiî ki medya, tabiî ki gazeteler, tabiî ki televizyon kanalları bunu alkışlayacak, halkın beynini yıkayacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama, ne olacak; siz bunları borçla alacaksınız. Avrupalılar size malı gönderecekler, arkasından da borç verecekler. Siz değil misiniz, bu Hükümet değil mi, ANAP Hükümetine, dış borçları 60-70 milyar dolara çıkardınız diyenler. Peki, bunlar olunca ne olacak; döviz kurları tabiî ki yükselecek, Türkiye'de pahalılık, tabiî ki, bu haliyle devam edecek .

Şimdi, size, şunu da sorayım: Avrupalının fert başına 20 bin dolar millî geliri var, sizin 2 bin dolar; yan yana getiriyorsunuz; neyle yarışacaksınız...

Aslında, biz, Refah Partisi olarak, gümrüklerin kaldırılmasına karşı değiliz. Bakın, açık söyleyeyim. Tabiî ki rekabet iyi bir şeydir. Rekabet kaliteyi de yükseltir, ucuzluğu da getirir; fakat, o şartları hazırlamanız gerekir. 1963'ten beri hazırlık dönemi, geçiş dönemi denildi; yani, neydi; Türk sanayiini Avrupa ile rekabet edebilecek düzeye getirmekti. Getirdiniz mi; soruyorum. Şimdi, daha mı iyi Türkiye? Türkiye'de enflasyon yüzde 160'tır. Türkiye'de, dolar bazında kredi faizleri yüzde 15'tir, 20'dir. Evet. Türkiye'de faiz, yüzde 150, yüzde 200'dür. Avrupa'da faizler yüzde 2'dir, yüzde 3'tür, yüzde 4'tür; yani, sanayici yüzde 2'yle, 3'le, 4'le kredi alır. Türkiye'de yüzde 250 ile alır. Bununla hiçbir Avrupalıyla yarışamazsınız.
Türkiye'yi bu noktaya getirenler suçludur.

Şimdi, Türkiye şayet buna girerse, anlaşmalar tamamlanırsa bakın ne olacak; yabancı sermaye gelecek deniliyor. Doğru, yabancı sermaye gelecek; ama, yabancı sermaye Türkiye'ye yatırım yapmak için gelmeyecek, yabancı sermaye, rekabet karşısında sarsılan Türk sanayiini fabrikaları, hisseleri, getirdiği birkaç yüzbin dolarla satın almak için gelecek. (RP sıralarından alkışlar) Birçok sanayi, özellikle orta ve küçük ölçekli sanayi Türkiye'de batacaktır. Bunu, ben söylemiyorum, İstanbul Sanayi Odasının "Türkiye Gümrük Birliğine Girdiğinde Türk Sanayiinin Durumu Ne Olacak" diye çıkardığı raporlar, kitaplar söylüyor.

Şimdi, neyin savunmasını yapıyorsunuz Allahaşkına. Hepimiz, Türkiye'de işsizlikten bahsetmiyor muyuz; hepinizin odasına gelen insanlar, bana "iş, iş" diye gelmiyor mu. Yarın göreceksiniz, batan sanayi karşısında, odanıza iş diye gelen insanların sayısı on misline çıkacaktır. Bunları, üzülerek söylüyorum; ama, bunlar gerçektir. Türkiye'de gerçek ilim adamları da bunları söylüyorlar; fakat, televizyon programlarındaki müzakerelere bakıyorsunuz, oralara çıkarılan herkes, resmî yayın organı gibi, herkes, bir pembe tablo çiziyor. Niçin bir tane de, ilim adamlarından, politikacılardan, bunun farklı yanını söyleyenler çıkarılmıyor, konuşturulmuyor, halktan gizleniyor; çünkü, Türkiye'de çıkarcılar, bunun peşindedir. (RP sıralarından alkışlar)
Bugün, sanayi ile uğraşan büyük sanayiciler, göreceksiniz yarın sanayiden vazgeçecek. İşçiyle, sigortayla, emeklilikle uğraşmayacak; onların, zaten kontaktları var Avrupa'da, onlar ithalatçı durumuna düşecek ve ithal ettikleri malı satacaklar. Mukayeseli üstünlük diye bir şey vardır, göreceksiniz, Türkiye, sadece birkaç ufak sektörde belki üstünlüğü olacak.

Tekstil sektörü diyorlar, tekstil sektörü dediğiniz nedir; bugün tekstil sektöründeki makinelerin yüzde 90'ı ithaldir. Siz, 1 TIR dolusu kumaş satacaksınız; ama, karşılığında bir parça makinenin bedelini ödeyeceksiniz. Bu, budur... (RP sıralarından alkışlar) Bir parça dokuma tezgâhının makinesi için 1 TIR kumaş vereceksiniz.

Tekstille hiçbir ülke kalkınamaz, dünyada tekstille kalkınmış hiçbir ülke yoktur. Avrupa, bunun için tekstili terk etmiştir; Japonya, Kore bile tekstili terk etmektedir. Türkiye'nin, sadece gıda veyahut da toprağa dayalı bazı sanayilerde belki bir üstünlüğü olacaktır; ama, Türkiye'yi daha da fakirleştireceksiniz. Bu, uzun vadede görülecektir.

Değerli arkadaşlar, aslında bu konu çok derindir. Tabiî, bunun bir de başka tarafı vardır, Sayın Bakan, konuyu anlatırken: "Türkiye'de demokratikleşme olacak" dediler. Türkiye'de demokratikleşmenin olacağına İnanıyor musunuz?! Avrupa'nın Türkiye'de gerçek anlamda, kendisinde olduğu gibi, sivil bir demokrasi isteyeceğine inanıyormusunuz? İnanıyorsanız, Avrupa'yı bilmediğinizi buradan söyleyeceğim.

Bu Mecliste, Avrupa'daki birçok kuruluşa giden milletvekili arkadaşlarım var; Avrupa Konseyi Parlamentosuna 12 milletvekili gidiyoruz; aranızda üye arkadaşlar var. Orada, Türkiye'nin karşılaştığı tavrı hepimiz iyi biliyoruz; Türkiye'ye nasıl tek taraflı bakıldığı, nasıl ikiyüzlü bakıldığı, Türkiye'nin nasıl aşağılandığını görüyoruz ve utanıyoruz.

Şimdi, Cezayir'de serbest bir seçim yapıldı; çokpartili; her türlü parti seçime girdi. Demokratikti öyle değil mi Sayın Bakan!.. Peki, Avrupa, niçin Cezayir'deki demokrasiyi bile hazmedemedi ve bugün, askerî bir cuntayı destekleyerek Cezayir'i kan gölü haline çevirdi? Türkiye'de siz demokrasi isteyeceğini mi zannediyorsunuz? Avrupa Parlamentosunda, Türkiye'de bölücülüğün, otonom idarelerin nasıl istendiğini; Türkiye'de Ermeni davasınınnasıl savunulduğunu göreceksiniz veya Türkiye'de, Salman Rüşdilere hürriyet istenecek. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Fakat, Türkiye'de, bu milletin, bu devletin, bu ülkenin gerçek sahiplerinin, Müslümanca yaşaması söz konusu olduğunda "köktendincilik" denilecek; Avrupa, budur.
Bunun için işte Bosna-Hersek'te kan akmaktadır, 250 bin kişi öldürülmüştür; Çeçenistan'da -Grozni'de- 25 bin kişi öldürülmüştür ve Avrupa "Rusya'nın iç meselesi" demiştir. Dolayısıyla, demokratikleşme diyorsunuz, bugünkü demokratikleşme paketi çıksa, Türk Anayasası, Avrupa tipi bir anayasa gibi mi olacak? Soruyorum -dürüst ve samimi cevap verin- Millî Güvenlik Kurullarında tartışılması bile dile alınamayan maddeler hangi Avrupa ülkesinin anayasasında vardır; dolayısıyla, Avrupa yine, üçüncü dünya ülkelerine layık olan bir demokratikleşme istiyor Türkiye'de; onun için biz buna karşıyız.

Kıbrıs meselesi Türkiye için dolaylı olarak bitmiştir; iddia ediyorum burada. Kırk yıllık Kıbrıs meselesi; çünkü, siz imza atmışsınız ve demişsiniz ki: "6 ay sonra, Kıbrıs'la Avrupa Birliği arasındaki üyelik anlaşması başlayacaktır" Bu ne demektir; Avrupa'yı bilen herkes biliyor ki, altı ay sonra, bir sene sonra, Rum kesimi -ki, Avrupa'nın gözünde, Kıbrıs'ı Rum kesimi temsil etmektedir- Avrupa Birliğine tam üye olarak girecektir.

Şimdiye kadar siz değil miydiniz ki, Kıbrıs meselesini Birleşmiş Mİlletlerde tutmak, oradan dışarı taşımak istemiyordunuz, hele, Avrupa platformuna hiç getirmek istemiyordunuz; çünkü, Avrupa'nın tavrını biliyorsunuz. Daha iki ay önce, Avrupa Konseyi Parlamentosunda alınan Kıbrıs'la ilgili karar, Türk Ordusunun işgalci olduğunu... Birleşmiş Milletlerin bile diyemediği hakareti yaptığı kararları aldılar. Dolayısıyla, Kıbrıs davasının Brüksel'e taşınması, Yunanistan'ın, zaten, yıllardır uğraştığı bir şeydi ve dolaylı olarak bitmiştir. Siz diyorsunuz ki, "eğer, Rum kesimi, Kıbrıs'ı sokarsa, biz de Kıbrıs'la bütünleşiriz" Sayın Bakan, sizin sözleriniz bizim için yeterli değildir. Bu millî davada, sizin burada, ben de şöyle yaparım demeniz bizi hiç ilgilendirmez; çünkü, onu yapabilecek gücü olmayacaktır Türkiye'nin; bunu söylüyorum. Eğer olsaydı, Türkiye, Avrupa Birliğinden daha önceki anlaşmalardan doğan haklarını elde edebilirdi. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sözümü şöyle bitirmek istiyorum:
Ne üzücüdür ki, dün, Brüksel'den dönen heyet, burada, sözümona, göstermelik, neşeli şeylerle karşılandı. Ben, kendi adıma utandım bundan. Davul zurnayla karşılandı. Türkiye içinde bitmiş, tükenmiş, ekonomiyi berbat etmiş, halkı yaşamıyor gibi yaşamaya mahkûm etmiş, evet, halkı yaşamıyor gibi yaşamaya mahkûm etmiş bir Hükümet, kendi halkına karşı başarılarıyla övünemiyor, gitmiş dışarda yaptığı...Siz, o profesörün (Erol Manisalı'nın) dediği gibi, Avrupa'nın zenginler kulübünün köşkünde, bahçedeki bir barakaya girdik diye sevinerek geldiniz. Halbuki, ben, şunu hatırladım: Bizim atalarımız -bugün onların ruhunu yâd ediyoruz ve bugün onların davasını güdüyoruz- bir gün, Avrupa'ya nasıl gitmişlerdi, Osmanlı Avrupa'ya nasıl gitmişti? Avrupa'ya, siz böyle gittiniz; ama, bizim atalarımız Avrupa'ya nasıl gitti; ben, bunu karşılaştırarak doğrusu çok üzüldüm.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Parlamentosundaki münakaşaları takip edin, Türkiye oralarda nasıl rencide edilecek ve Türkiye oralarda nasıl kötü durumlara düşürülecek göreceksiniz.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Sayın Bakan, malî protokolden bahsettiler ve İngilizce olarak hazırlanan bu anlaşmada "malî protokol 3 bölümden oluşuyor" dediler; karar bölümü var, açıklama bölümü var ve bir de draft declaration bölümü var; ne demek bu Allahaşkına, bunun Türkiye'yi bağlayıcı herhangi bir yanı var mı? Türkiye 3-4 milyar dolar alacakmış... Sadece "vereceğim " diyor. Bu bir anlaşma mıdır, bunun bağlayıcı bir yönü var mıdır; bağlayıcı hiçbir yönü yoktur; ama, bakın, Avrupa Birliği ne yapmış: İspanya'ya 51 milyar dolar vermiş ve İspanya kendisini öyle hazırlamış; Yunanistan'a 35 milyar dolar vermiş ve bunun içerisinde büyük bir kısım var ki, hibe; ama, bize verdiği kredi, borç, borç...
Başka?..

Portekiz'e 17 milyar dolar vermiş. Tabiî ki o ülkeler hazırlayacaklar kendilerini. Dediğim gibi, biz, rekabetten kaçmıyoruz; ülkeyi, tabiî rekabete açacaksınız; ama, bir sömürge haline getirmeyeceksiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder