28 Şubat 2009 Cumartesi

Özelleştirmenin Eşiğindeki KİT'ler ve Sorunları


Bu Yazı DENETDE'nin Yayın Organı DENETİM Dergisinin Haziran 2000 Sayısında yayınlanmıştır



Özelleştirme kavramı Türk kamuoyunun gündemine ağırlıklı olarak 1983 yılı seçim kampanyaları sırasında girdi. Satarım-sattırmam tartışmasıyla başlayan bu süreç, özelleştirelim-özerkleştirelim, özelleştirelim ama … şeklinde tartışmalarla devam etti. Bu tartışmalara dergimiz “DENETİM”de birkaç sayısını ayırarak katıldı. Ancak bu tartışmalarda, özelleştirmeye konu olan işletmelerin, yani KİT’lerin sorunları üzerinde pek durulmadı.

KİT’ler niçin kurulmuştur? Niçin zarar ediyorlar? Sorunları nelerdir? Gibi soruları cevaplamadan yapılan her tartışma, tartışanların özelleştirme konusundaki dünya görüşünü yansıtmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Dergimiz bünyesinde yeni bir tartışma ortamı başlatmak düşüncesiyle, bu sorulara incelemelerime ve gözlemlerime dayanarak cevap armaya çalıştım. Rakamların ve dipnotların okuru sıktığına inandığım için, istatistiki verileri çok az kullandım ve alıntıları açıklayan dipnotlar yerine yazının sonuna yararlandığım kaynakları sıraladığım bir kaynakça koymayı daha uygun buldum.

KİT’LERİN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN NEDENLER VE TARİHİ GELİŞİMLERİ

İktisat tarihi ile ilgilenen herkesin üzerinde birleştiği bir gerçek var: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları -ya da Atatürk- Cumhuriyetin ilk yıllarında liberal ekonomiden yanaydılar. 1923 yılında İzmir’de toplanan 1.İktisat Kongresi kararları da bu görüşü doğrulamaktadır. Ancak, şartlar Onları 1930’lu yıllardan itibaren devletçi ekonomik politikalar izlemek zorunda bıraktı.

“Cumhuriyet’in İlk Kapitalisti Vehbi Koç, Ankara’da Sıradan Bir Bakkaldı”

Atatürk’ü devletçi bir ekonomi politikası uygulamaya yönelten, hatta Devletçiliği CHP’nin 6 umdesinden birisi haline gelmesine neden olan şartları şu şekilde sıralayabiliriz:

- Ülkede bir kapitalist sınıf yoktu. Sermaye birikiminden söz etmek mümkün değildi. Osmanlı döneminin sermayedarları olan azınlıklar servetleri ile birlikte ülkeyi terk etmişlerdi.

- Bir müteşebbiste olması gereken ticari yeteneğe, bilgiye sahip kişiler de yoktu. (Cumhuriyetin ilk kapitalistinin -Vehbi Koç’un- Ankara’da sıradan bir bakkal olması bu açıdan çarpıcıdır.) Ülkenin zaten kıt olan kaynakları acemi müteşebbislere çarçur ettirilemezdi.

- Yıllardır devleti “Baba” bilen bir anlayışla yetişmiş, her şeyi devletten bekleyen insanlarla liberal bir ekonomi izlemek mümkün değildi.

- Liberal ekonomi anlayışı, zorunlu olarak demokrasinin yerleşmesine de neden olacaktı. Demokratik bir ortamda ise devrimlerin gerçekleştirilmesi ya da sürdürülmesi mümkün değildi. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ile devletçi uygulamalar geçiş tarihinin çakışması yalnızca tesadüf olarak değerlendirilemez.

- Liberal ekonomi için gerekli olan kapitalist sınıf ancak devlet -KİT’ler- eliyle oluşturulabilirdi. Nitekim öyle de olmuştur. Cumhuriyet’in ilk kapitalistleri; TMO’ne buğday satıp, Ofisten buğday alan tüccarlar, KİT ürünlerini pazarlayan bayilerdir.

- 1930’lu yılların başından itibaren dünya genel bir ekonomik krize girmiş ve hemen hemen her ülke müdahaleci bir ekonomi anlayışına yönelmişti.

- Cumhuriyet’in kuruluşundan 1933 yılına kadar, özel sektörü güçlü kılmak için uygulanan ekonomik politikalara, teşvik tedbirlerine rağmen GSMH’nın artması sağlanamamıştı.

1.Sanayi Planı Gereği 1933 Yılında yapılması Öngörülen 43.953.000,-Liralık Yatırımın, 39.978.000,-Liralık Kısmının Sümerbank’a Ayrılması, KİT’lerin Daha İlk Yıllardan İtibaren Ülke Ekonomisinde Ne Büyük Ağırlık Taşıdığının Göstergesidir.

Bütün bu hususlar değerlendirildiğinde; 1930’lu yıllardan sonra devletçi bir uygulamaya geçilmesinin, bir ekonomik tercihten ziyade, içinde bulunulan şartlardan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu ortaya çıkmaktadır.

Devletin 1930’lu yılların başından itibaren izlediği devletçi politikaya paralel olarak, 3 Haziran 1932 tarihinde Sümerbank, 20 Haziran 1935 tarihinde Etibank kuruldu. 1933-1938 dönemi için hazırlanan 1. Sanayi Planında 1933 yılında yapılması öngörülen 43.953.000,-liralık yatırımın, 39.978.000,-liralık kısmının Sümerbank’a ayrılması, KİT’lerin daha ilk yıllardan itibaren ülke ekonomisinde ne büyük ağırlık taşıdığının göstergesidir. 1933-1938 dönemi hızlı sanayi yatırımları dönemidir. Kayseri Bez, Nazilli Basma, Merinos Yünlü, Gemlik Suni İpek, Karabük Demir-Çelik Fabrikaları bu dönemde kamuca kurulan fabrikalardan bazılarıdır.

1933-1938 döneminde hedeflenen amaçlardan birisi de üç beyazlar -un, şeker ve pamuklu dokuma- ile üç siyahların -kömür, demir ve akaryakıtın- yurt içinde üretilmesidir.

Sümerbank ve Etibank’ın hızla büyümesi, devleti yeni hukuki düzenlemeler yapmak mecburiyetiyle karşı karşıya bıraktı, bunun sonucunda 17 Haziran 1938 tarih ve 3460 Sayılı Kanun yayımlandı. Gerek teşebbüsler, gerekse teşebbüslerin iştirakleri bu kanuna tabi oldular.

Atatürk’ün ölümünden, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği tarihe kadar süren, 1939-1950 dönemi; 2. Dünya Savaşı kıtlık ve demokrasiye geçiş dönemidir. Bu dönemde, 1933-1938 döneminde olduğu kadar yatırım yapılamadı. Savaş tehlikesinin oluşturduğu ortam, KİT’ler içerisinde TMO’ni ve MKE’nü öne çıkardı. Bu dönemde buğday stoklarındaki artış, silah ve mühimmat üretimine verilen önem dikkat çekicidir. Bu dönem KİT’lerde suistimal söylentilerinin oluştuğu, yaygınlaştığı bir dönemdir. Özellikle TMO’nde suistimal iddiaları had safhaya ulaştı.

1950-1960 dönemi; plansız kalkınma dönemidir. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti; özel teşebbüsün iktisadi hayatı yönetmesi gerektiğine inanıyordu. Nitekim iktidara gelir gelmez, devlet teşebbüslerini özel sektöre satmak amacıyla KİT’lerin durumunu incelemeye başladı. Ancak muhalefet partisinin önderliğinde, devletçi politika yanlısı odakların yürüttüğü “devleti satıyorlar” propagandasının etkisi altında kalarak, KİT’lerin satışından vazgeçti. Hatta, zamanla tam tersi ekonomik politikalar izlendi. Bu dönemde de, kamunun ekonomideki payı arttı. Bu artış genelde kamu iştirakleri şeklinde oldu. Kamu iştiraki şeklinde oluşan kuruluşlara Türkiye Şeker Fabrikaları, Türkiye Petrolleri A.O., Türkiye Çimento Sanayi, Yem Sanayi örnek olarak gösterilebilir. Bu dönemin bir özelliği de KİT’lerdeki finansman açığının artması ve yaygınlaşmasıdır. 1950 yılında toplam yatırımların %37.7’sini kamu sektörü yaparken, 1960 yılında kamu sektörünün toplam yatırımlar içerisindeki payı %47.5’a ulaşmıştır. Yalnızca bu rakamlar bile Demokrat Parti’nin de liberal bir politika izlemeyip, geleneksel devletçi politikayı sürdürdüğünün bir göstergesidir.

1961’den 1980’e kadar süren dönem; sürekli reorganizasyon çalışmalarının sürdürüldüğü, komisyonların düzenlendiği, raporlar yazıldığı, DPT’nin KİT yatırımları üzerinde kontrolünün yoğunlaştığı, planlı kalkınma dönemidir. 3460 Sayılı Kanun’un uygulamasında karşılaşılan güçlüklerin yeni bir yasal düzenlemeyi zorunlu hale getirmesi nedeniyle, 12 mart 1964 tarihinde Kamu İktisadi Teşebbüsleriyle Müesseseleri ve İştirakleri hakkındaki Kanun kabul edildi. 440 sayılı Kanun ve Ona dayanarak yapılan düzenlemeler, işletmelerin özerk kuruluşlar halinde çalışmalarını öngörmekteydi. 440 sayılı Kanun’la KİT’lerin Kanunla kurulacağı hükme bağlandı, reorganizasyon komitelerinin kurulması kararlaştırıldı. Buna göre kurulan komite, 22 teşebbüsün durumun inceledi, raporlar düzenledi.

440 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra, Devlet Yatırım Bankası kuruldu. Bu bankanın kurulmasıyla, devlet teşebbüslerinin yararlandığı mali otonomi sınırlanmak istenmişti. Devlet yatırım bankası, teşebbüslerin kalkınma planına ve yıllık programlarına uygun yatırım projelerini incelemek ve verimli projeler olduklarına karar verdikten sonra kaynak bulmakla görevliydi. Ancak, Devlet Yatırım Bankası da kuruluş amaçlarına uygun olarak faaliyet gösteremedi. Bu dönemde yapılan denemelerden birisi de bazı KİT’lerin bağlandığı, KİT’leri reorganize etmeyi, düzlüğe çıkarmayı hedefleyen “İşletmeler Bakanlığının” kurulmasıdır. Bu bakanlığın ömrü de çok kısa olmuş, herhangi bir varlık gösteremeyen bu bakanlık kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra lağvedilmiştir.

Yürütülen tüm reorganizasyon çalışmaları da KİT’lerin istenilen verim düzeyine ulaşmasına yetmemiştir. KİT’lerin kötü yönetilmesinin yanında, 1970’li yılların sonlarında yaşanan petrol buhranı, döviz darboğazı, KİT’lerin teknolojik yönden de kendisini yenilemesine engel olmuştur.

“KİT’lerin Zararları Arttıkça, Özelleştirilmeleri Gündeme Geldi. Ancak, Birkaçı Dışında Özelleştirilmeleri Bir Türlü Gerçekleştirilemedi.”

1980’den bu yana yaşanan dönemi de, KİT’ler açısından, özelleştirmenin tartışma dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Zira, yaklaşık 15 yıldır gündemde KİT’lerin özelleştirilmesi vardır. Ancak, bu yolda katedilen mesafe bir arpa boyunu geçmemiştir. KİT’lerde uygulanan 440 sayılı Kanun’un ihtiyaçları karşılayamadığının görülmesi üzerine 8 Haziran 1984 tarihli 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yürürlüğe kondu. Bu KHK’nin pek çok maddesi Anayasa Mahkemesince iptal edildi. İptal edilen maddeleri yeniden düzenleyen, 308, 331, 399, 408 sayılı KHK’ler yayımlandı. Bu KHK’ler de KİT’lerin problemlerine deva olamadı. KİT zararları sürekli atış göstermeye devam etti. KİT zararları arttıkça özelleştirmenin gerekliliği gündeme geldi. Ama birkaç küçük KİT dışında özelleştirme bir türlü gerçekleştirilemedi. Bugün KİT’ler tüm problemleriyle ortada durmakta, enflasyonun en önemli nedeni olma özelliğini korumaktadır.

“Türkiye’nin İlk Müteşebbisleri KİT’lerde Yetişmişlerdir. Zeki, Kendi Başına İş Yapabilme Yeteneğindeki Pek Çok Kişi KİT Tecrübesiyle Müteşebbis Konuma Geçmişlerdir.”

KİT’LERİN ARTILARI EKSİLERİ

KİT’lerin kuruldukları tarihten itibaren uzun yıllar ekonomimize, sosyal hayatımıza olumlu katkıları olduğu bir vakıadır.

KİT’lerin bu kazandırımlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

- Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, kamu fabrikalarının yer seçiminde sosyal faydanın ön plana alınışı, bu fabrikaların değişik yörelere yayılışı, uzun yıllar hem büyük kentlere nüfus akışını engellemiş, hem de Anadolu’da yeni sanayi kentleri oluşmasına neden olmuştur. Nazilli, Turhal, Karabük, Ereğli, Zonguldak, daha sonraki yıllarda da, Seydişehir ve İskenderun KİT’ler sayesinde oluşmuş kentlerden bir çırpıda aklımıza gelenlerdir. Aynı akılcı politikalar daha sonraki yıllarda da sürdürülebilseydi, büyük kentlerimizin bazı sorunlarını -gecekondulaşma, altyapı yetersizliği, su kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması gibi- bu ölçüde yaşamayacaktık.

- Bütçe gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin, daima küçümsenmeyecek bir payı olmuştur. Devlet genellikle bu vergileri KİT’lerin mal ve hizmet satış fiyatlarına ilave etmek suretiyle elde etmiştir. Özellikle TEKEL, TEK (TEAŞ, TEDAŞ) ve TÜPRAŞ gibi KİT’lerin mal ve hizmet satış fiyatları içersinde dolaylı vergiler önemli bir yekün tutmaktadır.

- 1970’li yılların ortalarına kadar, KİT’ler genelde kar eden kurumlardı. Bütçe gelirleri içerisinde KİT gelirleri hiç de küçümsenmeyecek bir kalem oluştururlardı.

- KİT’ler, yerli sermayenin çapını aştığı için, yabancı sermayenin de karlılık oranını düşük bulduğu veya yeterli güvenceyi görmediği için faaliyet gösteremediği, ancak ülke ekonomisi açısından önem arz eden sahalarda fabrikalar kurarak uzun yıllar ülke ihtiyacını karşılamıştır. (DÇİ, ÇİNKUR, Alüminyum Tesisleri gibi)

- Türkiye’nin ilk müteşebbisleri, KİT’lerde ya da imalatçı diğer kamu kurumlarında yetişmişlerdir. Zeki, kendi başına iş yapma yeteneği olan pek çok kişi, KİT’lerde kısa bir süre çalıştıktan ya da emekli olduktan sonra, kendi atölyelerini kurarak müteşebbis konuma geçmişlerdir. İddia edebiliriz ki; Türk tekstil sanayi tamamen Sümerbank’ın öncülüğünün bir eseridir. Ancak, KİT’lerin bu öncü-örnek durumu ne yazık ki yok olmuştur. Pek çok iş kolundaki KİT’ler özel sektördeki emsallerinin hem teknoloji, hem kapasite, hem de verimlilik açısından çok gerisinde kalmıştır.

- KİT’ler uzun süre, pratik bilgisi olmayan teknik elemanların pratiğini geliştirdiği, düz işçinin kalifiye işçiye dönüştüğü, özel sektöre personel yetiştiren okullar gibi görev yapmışlardır. KİT’lerin bu işlevi hala süregelmektedir.

- Tarım alanında faaliyet gösteren KİT’lerin uzun süre, tarım politikalarının amaçlarına ulaşmasında yönlendirici katkıları olmuştur. TZDK’nun tarım araç ve gereçlerinin köylüye ulaştırılmasında, Şeker Fabrikaları, ÇAYKUR, TEKEL ve TMO gibi KİT’lerde taban fiyatlarıyla ürün miktar ve nev’ini belirlemede belirleyici olmuşlardır.

- KİT’ler uzun yıllar özel sektöre ucuz hammadde ve girdi (DÇİ-TKİ-ETİBANK vs.) ucuz kredi (kamu bankaları) sağlayarak özel sektörün kalkınmasına da katkıda bulunmuşlardır. Yine tüketici olarak da özel sektörü kalkındırmışlardır.

- KİT’ler bir istihdam vasıtası olarak görülmüşler, istihdam sorununu çözmüşlerdir. Ama zamanla ipin ucu kaçırılmış, KİT’ler bir nev’i işsizlik sigortası olarak kullanılmışlardır. Bu durum yaygınlaştıkça, zararı sosyal faydasını kat kat aşmış ve KİT’lerin en büyük sorunu olmuştur.

Yukarıda sıraladığımız, KİT’lerin ekonomiye olumlu katkılarının pek çoğundan artık bahsetmek mümkün değildir.

KİT’ler bugün ekonomiye katkılarıyla değil, enflasyona katkılarıyla gündemdedir. Eksileri artılarını kat kat geçmiştir. Ekonomiyi düzeltmenin yolu, KİT’leri düzeltmekten geçmektedir. KİT’leri düzeltmek mümkün müdür? KİT’ler bu hale nasıl gelmiştir? Bu sorulara sağlıklı cevap verebilmek için, KİT’lerin sorunlarını net olarak ortaya koymak gerekir.

KİT’LERİN SORUNLARI

KİT’ler haberleşmeden bankacılığa, tekstilden taşımacılığa, demir-çelik üretiminden salça üretimine birbiriyle ilişkisi olmayan çok çeşitli alanlarda faaliyet gösterdikleri için, her birinin kendisine mahsus sorunları vardır.

Ancak hepsinin devlet kuruluşu olması nedeniyle, bu yönlerinden kaynaklanan ortak sorunları da vardır. Ki, KİT’lerin bu sorunları iş kollarının yapılarından kaynaklanan sorunlarına nazaran çok önemlidir.

KİT’lerin bu ortak sorunlarını, ana başlıklar halinde şu şekilde sıralayabiliriz:

I) Politik Müdahaleler
II) Personel ve Ücret Politikaları
III) Teknoloji Düzeyi, Araştırma Yetersizliği
IV) Örgütlenme Hataları, koordinasyon Yetersizliği
V) Finansman Problemleri
VI) Denetimdeki Aksaklıklar


I.POLİTİK MÜDAHALELER

KİT’lerin en önemli problemi, siyasi makamların baskı ve müdahaleleridir. Maalesef KİT yöneticilerinin çok büyük bir bölümü devletin değil de siyasi partilerin memuru gibi görev yapmaktadır. Çoğu KİT yöneticisi bu iktidarla geldim, bu iktidarla giderim anlayışı içerisindedir. Yöneticilerin politize olması, ilerideki bölümlerde belirteceğimiz diğer aksaklıkların, sorunların daha da büyümesine, hızlanmasına da neden olmaktadır. Siyasi baskılarla personel istihdamında gereksiz artışlar olmaktadır. Unvanlar başarıya ve liyakata göre değil politik kartvizit sayısının çokluğuna göre dağıtılmaktadır. İhaleler bile politik yakınlığa göre verilebilmektedir.

Hepsinden önemlisi KİT yöneticileri “Tayinim ne zaman çıkacak?”, “Bu hareketimle partilileri kızdırır mıyım?” vb. mülahazalarla, diken üzerinde oturmakta, karar almaktan kaçınmakta ya da bir odacının yerini değiştirip değiştirmemeyi bile mahallin politik önderlerine sormayı yeğlemektedir.

Tüm bunların sonucunda da karar mekanizması işlememekte, sorumluluklar birbirine atılmakta ve yöneticiler iş yapıyor rolünde zaman öldürmektedir.

Görevini yapma arzusu ile dolu, sorumluluğunun bilincinde olan ve kendilerine verilen yetkiyi mahallin politik önderleriyle paylaşmadan kullanan yöneticiler de, hemen muhalif damgası yemekte, sürekli tayinlerle karşı karşıya kalmaktadır. Belki KİT’lerin kurulduğundan beri var olan bu olgu, özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından sonra daha da artmış ve KİT’lerin en önemli sorunu haline gelmiştir.

Politik müdahalelerin diğer bir yönü de, fiyat politikalarına, üretim ve stok seviyelerine, finansman politikalarına yönelik hükümet müdahaleleridir.

Özellikle seçim öncesi rastlanan, KİT ürünlerini fiyat artışlarına izin verilmemesi, ihtiyaç olmayan alımlara yönelinmesi, yüksek taban fiyat uygulaması, bazı KİT alacaklarının affı gibi olaylar KİT’leri zor durumda bırakmaktadır.

Hizmet üreten KİT’lerde rastlanan, o hizmete ihtiyacı olmayan yerlere yatırım yapılması (4-5 haneli mezralara büyük yatırımlar yapılarak telefon, elektrik götürülmesi) hammadde kaynaklarına uzak, pazarlama imkanları sınırlı yerlere fabrikalar kurulması gibi olaylar da politik baskıların değişik tezahürleridir.


II.HATALI PERSONEL VE ÜCRET POLİTİKALARI

Hemen hemen bütün KİT’lerde görülen personel yönetimine ilişkin sorunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Personel Seçimi ve Ünvan Yükselmeleri

KİT’lerde personel seçimi objektif esaslara bağlanmamıştır. Alt kademe personelin tahsil düzeyi çok düşüktür. Personel alımı için yapılan sınavlar adil değildir. Genelde politik tercihler söz konusudur. Sınav komisyonları ve sınavlar göstermeliktir. Kimlerin sınavı kazanacağı siyasi otorite tarafından tespit edilmektedir.

Öte yandan özellikle mahrumiyet yerleri için açılan sınavları kazananlar, kısa sürede tayinlerini istedikleri ve yaptırdıkları için, genelde kadro şişkinliği olmasına karşın, mahrumiyet bölgelerinde sürekli kadro açığı ile hizmet verilmek zorunda kalınmaktadır.

Bilhassa vasıflı personel için tercih ölçüleri açık ve belli değildir. Keza, unvan yükselmeleri de belli kıstaslara bağlanmamıştır. Bazı KİT’lerde unvan yükselme yönetmelikleri yayınlansa da bunlar göstermeliktir, çoğu kez uygulanmazlar.

Ünvan yükselmelerinde, liyakat, bilgi ve kariyer dikkate alınmaz. İki geçerli ölçü vardır: Personelin politik gücü ve amirine yaltaklık ölçüsüne varan göstermelik saygı. Liyakatı ve bilgisi ile unvan yükselenler azınlıktadır.

Liyakat ve bilginin, unvan yükselmelerinde ikinci planda kalması da; işe yeni giren personelin, kısa sürede “çalışmakla, bilgiyle bir yere varılmıyor.” yargısına varmasına, dolayısıyla da personelin ya eyyamcılığa ve boş vermişliğe ya da politik çevre aramaya yönelmesine neden olmaktadır.

2. Personel Fazlalığı

Bugüne kadar KİT’lerle ilgili olarak yapılan tüm araştırmalar, bu teşebbüslerde personel fazlalığı olduğunu göstermiştir.

Bu durumun en büyük nedeni de, ülkemizde işsizliğin çok büyük problem olmasıdır. Hükümetler, bu güne kadar KİT’leri bir istihdam kapısı olarak görmüşler, tabir yerindeyse, KİT’leri bir nevi işsizlik sigortası gibi kullanmışlardır.

Personel fazlalığının bir sonucu olarak, KİT’ler ciddi finansman problemleriyle karşı karşıya kalmışlar, toplam giderlerin içerisinde personel giderleri çok yüksek oranlara yükselmiş ve bunların neticesinde, KİT’lerin zararları günden güne artmış, zarar etmekten yalnızca, çok karlı iş kollarında faaliyet gösteren, tekel niteliğinde mal ve hizmet üreten veya uzun süre basiretli yöneticiler tarafından yönetilmesi nedeniyle personel fazlalığı olmayan üç-beş KİT kurtulabilmiştir.

Personel fazlalığı bugün KİT’lerin en önemli çıkmazıdır. Kısa vadede çözümlenmesi en güç problemidir.

3. Teknik Personel Sorunu

“Türkiye’de İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi ve Murakabesi” isimli eserin yazarı Prof. A. Hanson “...Oda Mühendisi;...Bu tip teknisyen az gelişmiş ülkelerin çoğundaki ortak tiptir. Mühendisleri kolalı gömleklerinden sıyırıp iş önlüğü giydirmek, mevcut tavırlarını değiştirmek kolay değildir.” demektedir.

Maalesef bu tespit Türkiye için de geçerlidir. Akıl almaz bir biçimde mühendisler idari görevlerde istihdam edilmektedir. Mühendislerin yapacağı işi ise genelde işçiler üstlenmektedir. Şüphesiz, iş dağılımı bu şekilde alt üst olan işletmelerde, teknik gücün verimliliğinden söz edilemez.

Kaldı ki, işletme yönetimi veya idarecilik konusunda yüksek lisans yapanlar dışındaki mühendislerden; personel yönetimi, halkla ilişkiler, işletmecilik gibi konularda eğitim görmedikleri için, yönetici olarak da gerekli verim alınamaz.

Ayrıca, Türkiye standartlarına göre, daha üst düzeyde eğitim veren (ODTÜ, Boğaziçi Üniversitelerinin Mühendislik Fakülteleri gibi) mühendislik fakültelerinden mezun olan mühendislerin genelde özel sektörde çalışmayı tercih ettiği, ileride izah edeceğimiz üzere, KİT’lerde izlenen yanlış ücret politikalarının bir sonucu olarak, KİT’lerde yetişen üstün nitelikli teknik elemanların özel sektöre kaçtığı, hususları birlikte değerlendirildiğinde, KİT’lerin vasıflı mühendis açığı olduğu, teknik eleman potansiyelinin sürekli eridiği ortaya çıkmaktadır.


4. Üst Kademe Yöneticilerinin Çok Sık Değişmesi

KİT’lerin yönetim kurulu üyeleri, genel müdür ve genel müdür yardımcıları çok sık değişmektedir. Bir kuruluşun işleyişini kavramak, personeli tanımak, onları motive ederek başarıya ulaştırmak, kısa aralıklarla değişen yöneticilerin başarabileceği bir iş değildir.

Öte yandan, yönetim kurullarına genellikle o kuruluşların faaliyet gösterdiği iş kollarına çok yabancı kişilerin, yalnızca o kişilere makam ya da ek gelir sağlamak amacıyla atanmaları, yönetim işlevinde genel müdürleri yalnız bırakmakta, dolayısıyla hatalı yönetim ihtimali artmaktadır.

Üst kademenin sık değişmesi, alt kademenin “onlar yolcu, biz hancıyız” şeklinde düşünmelerine, bu düşüncenin sonucunda da ya bildiklerini okumalarına, ya da eyyamcı ve idareyi maslahatçı davranış tarzı sergilemelerine neden olmaktadır.

5. Meslek İçi Eğitim Yetersizliği

Göreve yeni başlayan bir personelin çalıştığı KİT’teki görevini öğrenmesinin iki yolu vardır; ya daha önce işe girenlerden usta-çırak usulüyle, ya da açılacak kurslarla konuya vakıf olanlardan. Günümüzde, teknolojinin çok hızlı değişmesi, bilgisayarın hemen her sahaya girmesi, uluslararası ekonomik entegrasyonun artması gibi hususlar, emeğin önemini geçmiş yıllara nazaran çok azaltmıştır. Artık, işgücü yalnız başına bir önem ifade etmemektedir. İhtiyaç duyulan kalifiye işgücüdür, eğitilmiş insandır. Tahsil düzeyinin düşük olduğu, işe girişte, personel seçiminde gerekli özenin gösterilmediği KİT’lerde, işgücünün, ileri teknolojiyi kavrayacak ve kullanacak hale getirmenin tek yolu vardır: Meslek içi eğitim. Maalesef, bugün KİT’lerde meslek içi eğitime gerekli önemin verildiğini söylemek mümkün değildir.

İşe yeni başlayan personel, işini kendisinden önce işe girenlerden, usta-çırak metoduyla öğrenmektedir. Bu durumda da işgücü veriminin sürekli düşmesine neden olmaktadır. İşçi sendikalarının da, meslek içi eğitime bir katkıları olmadığı gibi, bu yolda talepleri de olmamaktadır.

6. Hatalı Ücret Politikaları

Yürürlükteki mevzuata göre, KİT’lerde kadrolu ve sözleşmeli personel ile işçiler istihdam edilmektedir.

Yıllar boyu, işçiler dışındaki KİT personeli ücret yönünden 657 sayılı Devlet memurları Kanunu’na tabi olmuş ve devlet memurları gibi ücret almışlardır.

KİT personelini verimli kılmak, vasıflı yönetici ve teknik eleman istihdamını sağlamak gibi, gayet iyi niyetli düşüncelerle, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin getirdiği bir yenilik olarak, 1984 yılında KİT’lerde sözleşmeli personel istihdamına geçilmiş ancak uygulamanın vasıfsız memura, hizmetliye kadar indirilmesi ve yaygınlaştırılması, anayasa Mahkemesi’nin muhtelif iptal kararları üzerine yapılan yeni düzenlemelerle, sözleşme feshinin imkansız hale getirilmesi sonucunda, sözleşmeli personel uygulaması da, başlangıç amacından uzaklaşmış, çalışanlarına emsali devlet memurunun %10-15 fazla ödeme yapılmasını sağlayan genel bir ücret politikasına dönüşmüştür.

Bugün KİT’lerde, üst düzey yöneticilerin, teknik elemanların, denetim elemanlarının aldıkları ücretler, sorumluluklarının ve iş yüklerinin gerektirdiği miktarların çok çok altındadır.

Bütçeleri yüz milyarlarla, hatta trilyonlarla ifade edilen binlerce personel istihdam eden KİT’lerin üst düzey yöneticilerine, vasıfsız ilkokul mezunu 10-15 sene hizmeti olan bir işçiden daha az ücret ödenmektedir.

Ayrıca, KİT’lerde aynı ünvandaki verimli ile verimsiz personel arasında da herhangi bir ücret farkı yoktur. Bir başka deyişle, testiyi kıranla taşıyan aynı kefeye konulmaktadır.

Piyasa kurallarına uygun, verimlikli ve karlılık esaslarına göre çalışması beklenen KİT’lerde bu çarpık ücret politikasının sonucu; vasıflı işgücü özel sektöre kaçmakta, rüşvet, suistimal yaygınlaşmakta ve çalışma verimi düşmektedir.

III TEKNOLOJİ DÜZEYİNİN DÜŞÜKLÜĞÜ VE ARAŞTIRMAYA ÖNEM VERİLMEMESİ

Pek çok KİT’de makine ve teçhizat demodedir. Çağdaş teknolojinin gerisindedir. Bazı KİT’lerin kuruluşları sırasında geri teknoloji kullanılmıştır. (Özellikle SSCB teknolojisi ile işletmeye verilen KİT’ler, örneğin Seydişehir Alüminyum Tesisleri ve İskenderun Demir-Çelik İşletmelerinde olduğu gibi) Bazı KİT’lerin kuruluşları sırasında, o zamanın şartlarına göre modern sayılabilecek teknoloji kullanılmasına rağmen; endüstri mühendisliği hizmetlerinden yararlanılmaması, makine ve teçhizatın yeterli şekilde bakımının yapılmaması, verimi düşen, eskiyen makinelerin yenilenmemesi nedeniyle, zamanla bu KİT’lerin kullandığı teknoloji de demode kalmıştır.

Çağdaş teknolojiyi yakından takip etmeye çalışan -ya da takip ettikleri iddiasında bulunan- pek çok KİT’de de, bazı teknik teçhizat normal ömürlerinin çok altında kullanılmış, ülke şartlarına uygunluğu araştırılmadan alınan pek çok teknik teçhizat özellikle elektronik teçhizat kullanılmamış, bu nedenle de bazı KİT’ler teknoloji mezarlığına dönüşmüştür.

Modern işletmeciliğin en önemli kıstaslarından birisi, araştırma ve planlama faaliyetlerine verilen önemdir.

KİT’ler, kuruldukları tarihten bugüne, pek çok eksikliklerine rağmen; ülkemizin teknik gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Fakat, bugüne kadar KİT’lerin bu yolda yaptıkları teknoloji transferinden öteye geçmemiştir. Araştırmaya ve teknolojiyi iç dinamiklerle yenilemeye gerekli önem verilmemiştir.
Hemen hemen her KİT’de Araştırma Planlama birimleri bulunmasına karşın, bu birimler görevden alınan bürokratların müşavir ünvanıyla görev yaptıkları -daha doğrusu aydan aya gelip maaş aldıkları- yerler haline dönüşmüştür.

Ülke genelinde araştırma-geliştirme faaliyetlerine GSYİH’dan ayrılan pay %0.33’dür. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %4 ila %8 arasında değişmektedir.

KİT’ler ve diğer kamu kuruluşlarının (TÜRKİYE-A.E.K., TÜBİTAK, TSE gibi araştırma ağırlıklı kuruluşlar da dahil) araştırma giderlerinin, asıl amacı kar olan özel sektörün araştırma giderlerinin altında kalması düşündürücüdür.

IV-KURULUŞ-ÖRGÜTLENME HATALARI VE KOORDİNASYON YETERSİZLİĞİ

Ekonomik anlamda bir sanayi işletmesi kurulurken, yer seçimi çok önemlidir. Hammadde kaynaklarına yakınlık, hammadde ve mamülün taşınması için ulaşım imkanları, alt yapı, pazarlama kolaylığı, kalifiye ve düz işçinin kolay temini vb. hususlar sanayi kuruluşlarının yer seçiminde mutlaka göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, bölgeler arası dengesizliği gidermek, sanayi bütün yurda yaymak gibi mülahazalarla, yer seçiminde bazen bu kurallara riayet edilmemiştir. Bu durumu Karabük Demir-Çelik İşletmelerini örnek vererek Alman yazar Kurt Stenhaus şöyle açıklar: “Karabük Çelik İşletmelerinin bulunduğu yer demir kaynaklarına 1.000 km., kömür kaynaklarına ise 120 km. uzaklıktadır. Ayrıca hem demir, hem çelik üretimi ve işletme kapasitelerinin birbirine uygun ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre ayarlanmamış olması, üretim sektörleri arasında dengesizliklere yol açıyordu. Bu elverişsiz koşullar altında çalışan Karabük çelik kombinasının büyük güçlüklere karşı koyması gerekiyordu.”

1950’lerden sonra da, KİT’lerin kuruluşları sırasında, yer seçimi yapılırken ekonomi biliminin kurallarına uyulmamıştır. Ancak, bu yıllardan sonra yer seçiminin öneminin göz ardı edilmesinin nedeni, sosyal fayda, bölgeler arası dengesizlik vb. düşünceler değil politik çıkar endişesi olmuştur.

Köyler toplulaştırılarak (Tarım Kentleri oluşturularak) çok ucuza mal edilebilecek köy elektrifikasyon ve telekomünikasyon hizmeti, “Her Köye Elektrik”, “Her Köye Telefon” sloganlarıyla 4-5 haneli mezralara yüz milyonlar harcanarak gerçekleştirilmiştir. Elektrik ve telefon hizmetlerini yürüten KİT’lerin giderleri arasında köylerin elektrik veya telefon hatlarının bakımı için harcanan kalemler çok büyük yekün tutmaktadır.

KİT’lerin pek çoğu, istihdam ettikleri personel sayısı, bağlı işletmeler ve müesseselerin fazlalığı iştigal konularının çeşitliliği açısından devasa kuruluşlar haline gelmiş ve bir merkezden idareleri zorlaşmıştır. Hepsi başlı başına dev kuruluşlar olan, hepsinin kendine özgü yönetim ve işletme sorunları olan, demir çelik işletmelerinin (DÇİ), petrol rafinerilerinin (TÜPRAŞ), şeker fabrikalarının, Etibank’a bağlı maden işletmelerinin, Genel Müdürlüklerden yönetilmesi, pek çok yönetim sorununu beraberinde getirmektedir.

KİT’lerde taşra teşkilatlarına pek yetki verilmemektedir. KİT’lerin yetkili tek icra organları Yönetim Kurullarıdır. Uygulamada da, Yönetim Kurulları yetkilerini büyük oranda Genel Müdürlere devretmektedirler. İstişarenin, uzmanlığın ikinci plana itildiği, koltuğu siyasi iktidarın iki dudağı arasında olan tek adam (Genel Müdür) yönetimi KİT’lerin başarısızlığının en önemli nedenlerinden birisidir.

KİT’lerin gerek bağlı bulundukları bakanlıklarla, gerek diğer KİT’lerle, gerekse ilişkileri bulunan kamu kuruluşları (DPT-Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Mülki İdareler vs.) ile koordinasyon problemleri vardır. İlişkilerin sınırları ve yetkileri kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Tüm bu kurumlar arasında ilişkileri koordine edecek, sağlıklı bir işbirliği ortamı kuracak herhangi bir makam ya da kurum yoktur.

KİT’lerin kendi iç bünyelerinde de yetki ve sorumluluk karmaşası vardır. Birimler arasında yeterli koordinasyon yoktur.


I.FİNANSMAN PROBLEMLERİ

KİT’lerin büyük çoğunluğunun özkaynakları yetersizdir. Ödenmiş sermaye gelişen şartlara göre arttırılmamıştır. Özkaynakların yetersizliği yanında, özkaynakların rantabl kullanılmaması da söz konusudur.

Pek çok KİT’de gerek hammadde, gerekse mamul bazında sağlıklı stok politikaları oluşturulamaması, çağdaş pazarlama sistemlerinin kurulamaması ve alacakların tahsil edilememesi gibi nedenler, hatalı personel politikaları ile birleşince, finansman ihtiyaçları had safhaya çıkmış ve finansman ihtiyacını karşılamak üzere borçlanmışlardır.

KİT’ler ihtiyaçları olan yabancı kaynakları bulmak için bazen iç ve dış bankalara başvurmuşlar, bazen tahvil çıkarmışlar, tüm bu kaynaklarla da, yeterli finansman bulamazlarsa, hazineye borçlanmışlardır. Son yıllarda dikkati çeken bir olgu da, KİT’lerin borçları içerisinde döviz karşılığı borçların gün geçtikçe artıyor olmasıdır.

Borçların hızla artması, doğal olarak faiz giderlerinin, mal ve hizmet satış maliyeti içindeki payının yükselmesine neden olmuştur. Nitekim aşağıdaki tablonun da incelenmesinde görüleceği üzere; faiz giderlerinin mal ve hizmet satış maliyetine oranı 1984 yılında %2’ler düzeyinde iken 1990’larda %10’u geçmiştir.

VI. DENETİMDEKİ AKSAKLIKLAR


KİT’lerin dış denetimleri muhtelif yasalara dayanılarak,

a)TBMM
b)Devlet Denetleme Kurulu
c)Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
d)Başbakanlık Teftiş Kurulu
e)İlgili Bakanlık Teftiş Kurulu

tarafından yapılmaktadır. Ayrıca, Yüksek Planlama Kurulu, DPT, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Bankalar Yeminli Murakıpları gibi organların da KİT’ler üzerinde, denetim olarak nitelendirilebilecek yetkileri vardır. Bütün bunların dışında KİT’ler, yeniden değerlendirme, amortisman gibi bazı işlemlerini Yeminli Mali Müşavirlere denetletmektedirler.

KİT’lerde iç denetim ise Genel Müdüre bağlı olarak görev yapan, kurum müfettişlerince yapılmaktadır.

KİT’ler bu kadar fazla organ tarafından denetlenmesine karşın, suistimal ve yolsuzluk iddialarının önüne geçilememektedir. Özellikle, etkin bir dış denetimden bahsetmek mümkün değildir.

Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirildiği takdirde denetleme yapmaktadır. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun denetimleri verimlilik, karlılık vb. makro konulardadır. Raporları tavsiye niteliğindedir. Bu kurulun soruşturma ve yaptırım yetkisi yoktur.

Uygulamada, Başbakanlığın ve ilgili bakanlığın denetimi, kendilerine ulaşan yakınmaların incelenmesi ve soruşturulması ile sınırlı kalmaktadır.

KİT sayısının fazlalığı, KİT Komisyon üyelerinin sayılarının azlığı ve ayırabilecekleri zamanın sınırlılığı gibi nedenler de, TBMM’nin denetiminin istenilen etkinlikte olmasını engellemektedir.

Bugünkü yapısıyla, herhangi bir ihbar olmadığı takdirde, hiçbir dış denetim organının, rüşvet, irtikap, zimmet, alım-satıma fesat karıştırmak vs. suistimalleri ortaya çıkarmaları mümkün görülmemektedir.

KİT’lerin iç denetimini yürüten Teftiş Kurulları ise, kurumun Genel Müdürüne bağlı olarak görev yaparlar. Dolayısıyla yetkileri sınırlıdır. KİT Müfettişleri, genelde çok iyi yetişmiş olmalarına karşın, konumları icabı, ancak alt birimlerin denetimini yapabilirler. Teftiş programları Genel Müdürün onayına tabidir. Keza soruşturma yapmaları da Genel Müdürün iznine bağlıdır. Tabiidir ki, bu konumdaki Denetim Elemanlarının görevlerini sağlıklı bir şekilde yapması, genel müdürlerin denetime ve müfettişe bakışına, usulsüzlüklerin üzerine gitmedeki kararlılığına bağlıdır.

Gerek KİT’lerde, gerekse diğer kamu kurum ve kuruluşlarında, etkin bir denetimin olmazsa olmaz şartı; denetim organlarının özerk bir yapıya sahip olması, dürüst, bilgili, tarafsız ve yetenekli kişilerden oluşması zorunluluğudur. Bu durum da denetim elemanlarının (Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üye ve Denetçileri, Başbakanlık, Bakanlık, Müstakil Genel Müdürlük ve KİT Müfettişleri) TBMM Başkanlığına bağlı özerk bir kurum çatısı altında toplayarak gerçekleştirilebilir. Ki bu yolda, Devlet Denetim Elemanları Derneği tarafından hazırlanmış iki değişik kanun teklifi taslağı vardır. Temennimiz bu doğrultuda bir yasanın kısa sürede çıkarılmasıdır.


SONUÇ

KİT’lerin sorunları şüphesi yukarıda belirtilenlerle sınırlı değildir. Gerek Kit olmalarından kaynaklanan genel, gerekse faaliyet gösterdikleri iş kollarından kaynaklanan genel, gerekse faaliyet gösterdikleri iş kollarından kaynaklanan özel pek çok sorunları vardır.

Özelleştirme tartışmalarının çok yoğun olarak başladığı 1983 yılından bu yana 13 yıl, özelleştirme ile ilgili yasal düzenlemeyi yapan 24.11.1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine dair Kanun’un kabulü üzerinden de bir yılı aşkın bir süre geçmesine karşın, özelleştirme konusunda çok somut adımlar atılmaması, bazı KİT’lerin özelleştirilmesinin sözünün dahi edilmemesi, daha uzun yıllar KİT’lerle ve sorunlarıyla iç içe yaşayacağımızı göstermektedir.

Bu nedenle, ister özelleştirmeden yana, ister özelleştirmenin karşısında olalım; ekonomiyi ağırlıklı olarak KİT’lere dayayan adına KARMA EKONOMİ denen ancak, “KARMAŞIK EKONOMİ” diye tanımlanması çok daha doğru olan mevcut yapıyı, gerekse KİT’lerin sorunlarını daha uzun süre tartışmak zorundayız.

Temennim, dergimiz “DENETİM”in bu sorunların daha sık tartışıldığı bir platform olmasıdır.


KAYNAKÇA

1. Coşkun Can AKTAN, Temiz Toplum ve Temiz Siyaset
2. Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam III. Cilt
3. Korkut BORATAV, Devletçilik 1923-1949
4. İsmail CEM, Türkiye’de Geri kalmışlığın Tarihi
5. DPT Genel Ekonomik Hedefler 1993-1994
6. DPT 6. Beş Yıllık kalkınma Planı Destek Çalışmaları
7. Nursel Zennur DİYARBAKIROĞLU, Genel Olarak Denetim ve KİT’lerin Dış denetimi
8.Agah Oktay GÜNER, Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadi Devlet Teşekkülleri
9. Ahmet KILIÇBAY, Türkiye Ekonomisi
10. Dündar SAĞLAM, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri
11. Dündar TAŞER, Mesele

1 yorum:

  1. ATATÜRK, iktisadî kalkınmanın, idealist insanların işgüzarlıkları ile mümkün olabilecek bir şey olduğuna inanırdı; hissedarlar ağırlıklarını koyduklarında böyle işgüzarlıklarla kurulmuş fabrikalar birer birer kapanmaktadır [bkz: (--1--) “Hollandalı şirket solvent üretimini dışarıya taşıyor” (tek sütun üzerine) başlıklı haberi, Cumhuriyet gzt., İmtiyaz Sahibi Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yazıişleri Müdürü ‘Sorumlu’ Faruk Eren, ISSN 977-1300-0934, Yıl 93 Sayı 33527, Pazar 23 Temmuz 2017, Baskı DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt İstanbul, s.9 ve (--2--) Pooler, M., “Akzo offers olive branch to shareholders” (title over 5 columns) Chemicals news, Financial Times Europe, © The Financial Times Limited 2017 No.39,534, Wednesday 26 July 2017, p.14].

    YanıtlaSil