28 Aralık 2021 Salı

Biz Bu B*** Neden Yedik




2005 yılının Kasım ayında gerçekleşen Türk Telekom özelleştirmesi (peşkeşi) sonrası, Lübnanlı Hariri ailesinin sahibi olduğu OTAŞ[i], 6 milyar 550 milyon dolara Türk Telekom Hisselerinin %55’ine sahip olmuştu… 2006 yılında özelleştirme bedelinin 1.4 Milyar dolarlık ilk taksitini öz kaynaklarından ödeyen OTAŞ, daha sonra TT hisselerini -sözleşme şartlarına aykırı olarak-  ipotek ettirerek aldığı krediyle kalan borcunu 2007 yılında hazineye tek seferde ödedi…

Türk Telekom’dan elde ettiği kârları yurtdışına transfer eden OTAŞ bankalara borçlarını düzenli olarak ödemedi. OTAŞ Türk Telekom’dan temettü almaya devam etmek için borçlarını yeniden yapılandırdı…  22 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye’de faaliyette bulunan bankalardan 4.5 milyar dolar ve 212 bin Avro tutarında bir kredi aldı. OTAŞ bu kredinin taksitlerini Eylül 2016’dan itibaren öde(ye)mez hale geldi…  2006-2017 yılları arasında elde ettiği temettüyü yurt dışına transfer eden Hariri ailesi, Türk Bankalarından aldıkları borcu ödemeden ülkeyi terk etti…

Akbank, Garanti Bankası, İş Bankası ve diğer alacaklı bankalar LYY Telekomünikasyon[ii] adıyla bir şirket kurarak  OTAŞ’ın kendilerine ipotek olarak verdiği Türk Telekom’un  yüzde 55’lik hissesini devraldılar… Bu hisseleri elden çıkarmak istemelerine rağmen, Türk Telekom’un lisans süresi 2026’da sona ereceği için uygun bir fiyat veren müşteri bulamadılar..

Geçtiğimiz hafta bazı gazetelerde Türkiye Varlık Fonu’nun LYV Telekomünikasyon’un elinde bulunan Türk Telekom’un %55 Hissesini almak için üç bankanın yetkilileri ile görüşmeye başladığı haberi yer aldı…

Satın alma gerçekleşirse, Türk Telekom’un işletme lisansının sona ereceği 2026’da bedelsiz olarak hazineye geçecek hisseleri devlet 4 yıl önce ciddi bir bedel ödeyerek sahip olacak…

Bu olay bana muhtemelen hepinizin de bildiği bir hikâyeyi hatırlattı… Anlatayım;

At arabasını kullanan maraba ile arabanın sahibi ağa arabayla kasabaya giderken, arabayı çeken at patır kütür yola pisler. Arabada marabasının gözü olduğunu bilen ağa, hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “Ula Memo! Şu b*ku yersen, arabayı sana verecem” der. Memo bir an düşünür, kararını verir, koşumları ağaya uzattıktan sonra arabadan inip taze at pisliğini yer. Ağa “Tamam, araba senin” der. Bizimkinin midesi dönmüş, gururu çiğnenmiş, kendinden iğreniyor. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanıyor. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmıyor, ikisi de kurdukça kuruyorlar. Nihayet ağa dayanamıyor; “Ula Memo! Bir halt ettim, şaka uğruna araba elden gitti, b.k yemenin ederini vereyim, arabayı geri alayım.” Memo’nun genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ pislik tadı var. “Olur Ağam” der, “olur ama bir şartla: sen de atın bokunu yiyeceksin ki ödeşelim.” Ağa hemen kabul eder. Atın ilk pislediği yerde, gözü kararmış bir şekilde arabadan inerek, bir miktar pislik yer. Arabasına yeniden sahip olur. Çiftliğe yaklaşırlarken, Memo düşünceli ve kederli sorar: “Ağam, araba giderken de senindi dönerken de senin, peki biz bu b.ku neden yedik?”

Devlet Türk Telekom’un hisselerini satın alırsa olay bu hikâyeye çok benzeyecek…

Devlet sattığı ve 2026’da kendisine karşılıksız dönmesi gereken hisseleri üstelik yüklü bir para ödeyerek satın alacak…

Yapılmayan yatırımlar, bilgi birikimleri ile ilgisi olmayan kurumlara gönderilerek heba edilen personel, çağı yakalayamayan telekomünikasyon-bilişim teknolojisi, elden çıkarılan binalar ve bakır şebeke,  devletin mahrum kaldığı kâr, noksan tahsil edilen kurumlar vergisi, Türk Telekom’un alt yapıyı paylaşmaması nedeniyle diğer firmaların yapmak zorunda kaldıkları ve ülke kaynaklarının çar-çur edilmesine yol açan alt yapı yatırımları gibi pek çok kayıp da cabası…

Türk Telekom olayı maraba-ağa hikâyesine yalnızca hazine açısından benziyor… Yoksa Hariri ailesi açısından değil…

Hariri ailesinin payına düşen ise bal-kaymak:

Hariri ailesi,  varlığından bir başsağlığı ziyareti sonrası haberdar olduğu Türk Telekom’un ihalesine; yeterli telekomünikasyon işletmeciliği deneyimi olmamasına, Türk Telekom dokümanlarını ihaleye katılan diğer firmalara nazaran çok kısa süre incelemiş olmasına rağmen, alel acele kurduğu OTAŞ ile girerek ihaleyi kazandı.  Türk Telekom’un %55’ine sahip oldu…

İhale sonrasında, ihale sırasındaki şartlar OTAŞ lehine değiştirildi… Mesela Kurumlar Vergisi oranı düşürüldü… Türk Telekom personelinin kamu kuruluşlarına geçmeden Türk Telekom’da çalışabilecekleri süre altı aydan beş yıla çıkarıldı… Üstelik bu beş yıla ilişkin emekli ikramiyesi yükü de devlete yıkıldı…

Hariri’ler ihale bedelinin yalnızca 1,4 milyar dolarını öz kaynaklarından karşıladı… İhale bedelinin kalanını Türk Telekom hisselerini ipotek göstermek suretiyle bankalardan temin ettiği kredi ile defaten ödedi.

OTAŞ 2006-2016 arasında 5,7 milyar dolar karşılığı kar payı alırken, aldığı kredi taksitlerinin büyük bölümünü ödemedi… 8 Kasım 2016 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuşan o tarihteki Başbakan Yardımcısı Nureddin Canikli, “Şu ana kadar kar payı olarak Türk Telekom’dan yurtdışına transfer edilen toplam rakam 3.1 milyar dolar civarındadır" demiştir. Sonrasını da ekleyin…

Bu bal kaymak değil de nedir… Zaman zaman düşünürüm; Hariri bu paraya tek başına mı yemiştir?

Hikâyenin başka mağdurları da var: Kredi veren bankalar… Beş milyar dolara yakın alacaklarını tahsil edemediler… Varlık Fonu hisse senetlerini alsa bile, en fazla İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında oluşan değerin biraz üzerinde alabilir[iii]… Ondan daha fazlası şaibe yaratır… Bu da bugün itibariyle ne kadar zorlasanız azami iki milyar dolar yapar… Üç milyar dolar civarında bir zararı bankacılık sistemi nasıl karşılar… Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, olumsuz yönde etkilenmemeleri mümkün değildir…

Sahi, Türkiye’nin en güçlü, kredi verirken kılı kırk yaran bankaları bu kadar riskli bir krediyi neden ve niçin vermiştir? İnsan düşünmeden edemiyor; acaba arada ricacılar var mıdır?

Türk Telekom Yönetim Kurulunda hazine paylarını genellikle devletin girdisini çıktısını çok iyi bilen üst düzey bürokratlar temsil etmişlerdir. Mesela; Başbakanlık Müsteşarları Efkan Ala, Fahri Kasırga,  Fuat Oktay ilk aklıma gelenler… Ayrıca İsmet Yılmaz, Habib Soluk, Suat Hayri Aka, Ömer Faruk Sayan gibi Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarları da Türk Telekom Yönetiminde görev yaptılar…  Bu bürokratların OTAŞ’ın geleceğini öngörememeleri inanılır gibi değil… Yeni Hazine Bakanı Nurettin Nebati de 2 Kasım 2018’den bu yana Türk Telekom Yönetim Kurulu üyesi[iv]...

Türk Telekom’un özelleştirmesinin ilk yıllarında  “Türk Telekom’un işletme tecrübesi ve mali durumu yeterli olmayan Oger Telekom’a satılması ve yaptığı sayısız ‘Peşin öderiz, kredi alırız’ açıklamalarına rağmen ortada hâlâ bir şey olmaması özelleştirme tarihimizdeki en büyük skandaldır…”[v] diyen Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Baş Danışmanı Yiğit Bulut’un da 7 yıldır Türk Telekom Yönetim Kurulunda görev yapmasına rağmen, OTAŞ’ın Türk Telekom hisselerini ipotek göstererek kredi almasının sakıncalarını dile getirmemiş olması da ayrıca dikkat çekicidir…

Türk Telekom özelleştirmesinde de, sonrasında da o kadar çok soru ve sorun var ki… Yaz yaz bitmez… Bugüne kadar çok yazdım, anlaşılan o ki daha çok yazacağız…

 



[i] OTAŞ: Ojer Telekomünikasyon Anonim Şirketi. Oger Telecom'un Türkiye'de kurduğu şirket. Oger Telecom ise Lübnan Siyasetinin önde gelen isimlerinden Harriri Ailesi ile Suudi Telekom Şirketi’yle (STC) ortak olduğu bir Arap Şirketi’dir

[ii] LYY Telekomünikasyon A.Ş: Levent Yönetim Yapılandırma Telekomünikasyon AŞ. Ortaklık yapısı: Akbank (%35.6) Garanti BBVA (%22.1) Türkiye İş Bankası (%11.6) LYY (UK) International Holdco Limited (%11.7)

Diğer (%19.0 (Yapı Kredi %4,91 Vakıfbank 4,25 Halkbank 3,66 Denizbank 2,59 TSKB 1,61)

[iii] Borsa değerinden alması bile mümkün değildir. Zira borsadaki hisseler için bir süre sınırlaması yoktur. Bankaların elindeki hisselerin ise 2026 yılında devlete bedelsiz iadesi gerekmektedir. Aralarında iki kamu bankasının da bulunduğu bankaların bu kadar büyük zarar etmemesi için hisseler borsada oluşan piyasa değeri üzerinden satın alınabilir…

[iv] Yazının kaleme alındığı 23 Aralık 2021 günü Türk Telekom’un İnternet Sitesinde Yönetim Kurulu Üyesi olarak gözükmektedir.

[v] Yiğit Bulut’un 6.Şubat 2007 tarihli Radikal Gazetesindeki köşe yazısı..

 

 



[i] OTAŞ: Ojer Telekomünikasyon Anonim Şirketi. Oger Telecom'un Türkiye'de kurduğu şirket. Oger Telecom ise Lübnan Siyasetinin önde gelen isimlerinden Harriri Ailesi ile Suudi Telekom Şirketi’yle (STC) ortak olduğu bir Arap Şirketi’dir

[ii] LYY Telekomünikasyon A.Ş: Levent Yönetim Yapılandırma Telekomünikasyon AŞ. Ortaklık yapısı: Akbank (%35.6) Garanti BBVA (%22.1) Türkiye İş Bankası (%11.6) LYY (UK) International Holdco Limited (%11.7)

Diğer (%19.0 (Yapı Kredi %4,91 Vakıfbank 4,25 Halkbank 3,66 Denizbank 2,59 TSKB 1,61)

[iii] Borsa değerinden alması bile mümkün değildir. Zira borsadaki hisseler için bir süre sınırlaması yoktur. Bankaların elindeki hisselerin ise 2026 yılında devlete bedelsiz iadesi gerekmektedir. Aralarında iki kamu bankasının da bulunduğu bankaların bu kadar büyük zarar etmemesi için hisseler borsada oluşan piyasa değeri üzerinden satın alınabilir…

[iv] Yazının kaleme alındığı 23 Aralık 2021 günü Türk Telekom’un İnternet Sitesinde Yönetim Kurulu Üyesi olarak gözükmektedir.

[v] Yiğit Bulut’un 6.Şubat 2007 tarihli Radikal Gazetesindeki köşe yazısı..


21 Kasım 2021 Pazar

Tarım Kredi Muamması

 


FAZLI KÖKSAL

Gerekli-gereksiz, verimli-verimsiz, stratejik-sıradan demeksizin, piyasayı yönlendirme ve ekonomiyi planlamada bir araç olarak kullanılıp kullanılmayacağını gözetmeksizin Cumhuriyetin 80 yıllık birikimi olan kamu iktisadi kuruluşlarını “babalar gibi satanlar”; ekonomik darboğaza girince yine bir kamu kuruluşu olan Tarım Kredi Kooperatifini bir cankurtaran simidi olarak takdim ettiler… Bu gelişmenin ardından, okuyuculardan  da konuya ilişkin sorular gelince  Tarım Kredi Kooperatiflerini inceleyip anlatmak zaruret oldu…

Ama konuyu araştırmaya başlayınca Tarım Kredi’nin bir gayya kuyusu, bir muamma olduğunu gördüm. Dolayısıyla konuyu bir yazıda anlatmak mümkün olmayacak… İkinci belki de üçüncü yazıyı yazmam gerekecek…

Gerçek kurtuluşun, gerçek bağımsızlığın, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkün olacağını bilen Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet’i ilan etmeden önce, ekonomik bağımsızlığın yol haritasını çizmek üzere 17 Şubat 1923 Tarihinde İzmir İktisat Kongresini topladı. Çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi temsilcilerinden oluşan 1135 üyenin katıldığı bu kongrede "Misak-ı İktisadî Esasları" tartışıldı ve kabul edildi.

4 Mart 1923’de sona eren Kongrede alınan kararlara istinaden değişik kanunlarla ve düzensiz bir şekilde idare edilen kooperatiflerin ülkeye ve ortaklarına ekonomik katkısının sağlanması/artırılması için yapılan çalışmalar sonucunda 1935 yılında 2834 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve 2836 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri kanunları çıkartılmıştır.

2836 sayılı kanunla kurulan Tarım Kredi kooperatifler tarımsal urunun toprağa ekilip pazara sunulana kadarki süreçte çiftçinin ihtiyaç duyacağı toprağın sürülmesi tohumun temini ekilmesi gübrelenmesi çapalanması ilaçlanması ve hasadı için gerekli olan finansman ve donanım temini için kredi desteği sağlaması hedeflenmiştir. 2834 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri kanunu ile de ürünün hasadından pazara sunulmasından satışına kadar geçen süreçte ihtiyaç duyulan depolama,  ürünün işlenmesi ve satışı için gerekli kaynakların temini amaçlanmıştır.

Bu sayede üreticilerin; tefeciler ve tefeci gibi çalışan tüccarların eline düşmeden ürünü yetiştirip değerinde satabilme imkânı sağlanmıştır. Bu kanunlar Türk tarımı için önemli bir atılım sağlamıştır. 1972 yılında çıkarılan 1581 sayılı kanunla da Tarım Kredi Kooperatifleri aksayan yönleri düzeltilerek yeniden düzenlenmesi ve ülke tarımının lokomotifi haline getirilmesi hedeflenmiştir…

Tarım Kredi Kooperatifleri 1581 sayılı kanunda belirtilen görevlerini yerine getirmek üzere 1805 hizmet noktası, 17 bölge birliği, 800 bin ortağı ve gübreden bilişime, sigortacılıktan pazarlamaya, taşımacılıktan hayvancılığa çeşitli alanlarda faaliyet gösteren 19 iştiraki ile Türkiye’nin en büyük gruplarından birisi haline dönüşmüştür.

Ayrıca İştiraklerinin de iştirakleri var. Mesela Tarım Kredi’nin en büyük bağlı şirketi Gübretaş’ın beş iştiraki var. Bunlardan birisi de İran’da faaliyet gösteren Gübretaş’ın %48,88’ine sahip olduğu Razi Petrochemical Co’dur. Ayrıca bağlı ortaklıklar…

Razi Petrochemical Co demişken cevaplanmamış soruları gündeme getirmemek olmaz. Gübretaş 2008’de İran’da özelleştirilen Razi Petrokimya’nın %48,88’ine  656 milyon dolara satın aldı. Ancak Gübretaş’ın iki Türk bir İranlı ortağı vardı Türk ortaklar yüzde 23’91’lik ve yüzde 11.95’lik paylara sahipti. Geri kalan da bir İranlı Şirkete aitti.

2010 Yılında, o tarihte MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Yozgat Milletvekili Mehmet Ekici; konsorsiyum ortaklarının kimler olduğunu, sermaye paylarını, taahhüt edilen sermaye paylarının ödenip ödenmediğini, GÜBRETAŞ'ın bu ortaklık yapısıyla sağladığı avantajları, ülkemize buradan gübre ithalatı yapılıp yapılmadığını ve şirketin alınmasından bu yana yapılan kâr transferlerini bir soru önergesi ile o tarihteki Tarım Bakanı Mehdi Eker’e sorar, gelen cevap “Ticari Sır”dır. Ama Mehmet Ekici bu konuyu sorgulamaktan vazgeçmez ikinci bir soru önergesi verir, 9 Haziran 2010 günü Meclis Kürsüsünden konuyu gündeme getirir. Türk Şirketlerden birisinin ihaleden hemen önce kurulduğunu, diğerinin iflasın eşiğinde olduğunu belirtir. “Bu naylon ve batık şirketin arkasında kim var? Kim kolluyor? Kim kâr ediyor? Net olarak söylüyorum burada yolsuzluk vardır -net olarak söylüyorum- burada kirlilik vardır.” Diyerek konuşmasını noktalar. Aynı gün Bakan Mehdi Eker cevabi konuşmasında, GÜBRETAŞ Borsaya açık bir şirkettir, benim açıklamalarım hisse fiyatlarını etkileyebileceğinden cevap vermem doğru değildir. Diyerek konuyu kapattı…

Bunun üzerine Mehmet Ekici elindeki bilgi ve belgelerle bir dosya tanzim etti. Altı sayfalık bir yazıda da gelişmeleri bu kez ortak şirketlerin ismini de vererek açıkladı. Ve Devlet Denetleme Kurulunun görevlendirilmesini istedi. MHP konuya verdiği önemi göstermek, gerekirse Mehdi Eker hakkında gensoru verebileceklerini de göstermek amacıyla yazıyı 20 milletvekiline imzalatarak Cumhurbaşkanlığına gönderdi.

Devlet Denetleme Kurumu tarafından soruşturulması istenen konular ana hatlarıyla şunlardı…

“Hangi gerekçelerle Razi Co şirketinin satın alınmasına karar verilmiştir? Yaklaşık 3 yıllık rakamlar itibariyle (kar, gübre fiyatları v.s) tatmin edici sonuçlar alınmış mıdır?”

 “Gübretaş, Razi Co şirketini tek başına satın alabilecek imkânlara sahip iken, neden birisi henüz 20 günlük ve gübre konusunda hiçbir tecrübesi ve bilgisi olmayan, bilançosu çıkmamış Asya Gaz A.Ş ve bir diğeri de mahkeme kararıyla iflası istenmiş Tabosan Mühendislik A.Ş firmaları ortak olarak tercih edilmiştir?”

“Konsorsiyum ortaklarının, sermaye paylarının oranı nedir? Taahhüt edilen sermaye paylarının ödenmiş midir?”

“2006-2008 döneminde  İran’a ekonomik ambargoyu aşmak için çok sert önlemler alınırken 2 Türk ortak ile GÜBRETAŞ bu ambargoyu nasıl aştı?”

 “Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) tabi olan GÜBRETAŞ’ın ortaklarının Tarım Bakanlığınca “Devlet Sırrı” ya da “Ticari Sır” olarak değerlendirmesi doğru mudur?”

“Yeni kurulmuş, bilançosu çıkmamış Asya Gaz A.Ş’ye kamu bankaları Vakıflar Bankası ve Halkbank nasıl oldu da 20 Milyon Euro kredi verdi?” 

Cumhurbaşkanı Gül, MHP’nin Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirme isteğini  “Tarım ve Kredi Kooperatiflerinin Merkez Birliği ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanımıza gönderilen dilekçeniz, adı geçen Merkez Birliği’nin kooperatif statüsünde bulunuşu ve özel hukuk hükümlerine tabi olması nedeniyle Devlet Denetleme Kurulu tarafından incelenemediğinden…. İncelenmesini teminen Tarım ve Köyişleri Bakanlığına gönderilmiştir.” Diyerek konuyu inceletmekten kaçındı.

Bu arada 2011 Mayısında MHP milletvekillerine yönelik FETÖ’nün “Kaset Operasyonu” gündeme geldi. Operasyonun hedefindeki isimlerden birisi de Mehmet Ekici idi. Zamanlama ne kadar ilginç. Ne büyük tesadüf ?  [i]

Yine ilginçtir, Mehmet Ekici’nin soru önergelerinde belirttiği gibi,  Razi. Co ihalesini kazanan konsorsiyumda Gübretaş ile birlikte yer alan iki şirketten Tabosan Mühendislik A.Ş’nın 2011 yılının başında İflasına ve iflas masası oluşturularak tüm işlemlerinin iflas masasına devrine ilgili mahkemece karar verilmiştir.

Gübretaş’ın 19.08.2021 tarihinde KAP’a bildirdiği Bağımsız Denetim Kurulu Görüşüne göre, Razi hisselerinin satın alımı sırasında finansman sağlanan bankalara ve İran Özelleştirme İdaresi'ne Tabosan adına müşterek müteselsil kefil olduğu, kefalet kapsamında Tabosan'ın bankalara ve İran Özelleştirme İdaresi'ne ödemesi gereken 43.780.597 TL tutarındaki borcunu kefil sıfatıyla ödemiştir. Ama konsorsiyuma iflas halinde bir firmayı kabul eden yetkililer hakkında idari ve yasal bir işlem yapılmadığı gibi maddi zararın rücu edilmesi yoluna da gidilmemiştir…

Tarım Kredi’nin bağlı şirketi Gübretaş’ın en büyük hissesine sahip olduğu   Razi Petrochemical Co’nyn 23’91 hisse ile ikinci büyük ortağı  Asya Gaz A.Ş’nin,  Razi A.Ş’yi alan konsorsiyuma katılmadan dört ay  önce kurulmuş olması ve kamu bankalarından 20 milyon Euro kredi alması ve perde arkasındaki sahibinin kim olduğu tartışmaları, bana Türk Telekom özelleştirmesini hatırlattı…  Türk Telekom İhalesinde, 24 Ağustos 2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesini imzalayan Ojer Telekomünikasyon A.Ş 22 Ağustos 2005 tarihinde kurulmuş ve Ojer Telekom Hazineye ödediği özelleştirme bedelinin büyük bölümünü Türk Telekom Hisselerini garanti göstererek Türk Bankalarından kredi olarak almış ve aldığı krediyi ödemeyerek de çekip gitmişti. İnşallah Asya Gaz aldığı krediyi ödemiştir…

Tarım Kredi’nin bağlı şirketi Gübretaş’ın en büyük hissesine sahip olduğu   Razi Petrochemical Co’nyn 23’91 hisse ile ikinci büyük ortağı  Asya Gaz A.Ş’nin sahibi olarak gözüken Şaban Kayıkçı ilginç bir kişilik. O tarihte Bakan olan Diyarbakırlı Mehdi Eker’in hemşehrisi  Şaban Kayıkçı Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğünde memur olarak görev yaparken iş hayatına atılıyor ve  Tanrı “Yürü ya kulum” diyor ve büyük bir iş adamı oluyor. Asya Gaz’ı kuruyor, Tarım Kredi Genel Müdürlüğünün iştiraki Gübretaş ile birlikte Razi Petrokimya’nın özelleştirme ihalesine katılıyor ve Razi Petrokimya’nin %23,9 hisse ile ikinci büyük ortağı oluyor.

Ne demiştik; Tarım Kredi’nin 19 İştiraki var. Bu 19 İştirakin de iştirakler var. Mesela bu 19 İştirakten en büyüğü Gübretaş’ın beş iştiraki var. Bunlardan İran’daki Razi’yi belirtmiştik. Gübretaş’ı büyük iştiraklerinden birisi de denizcilikle iştigal eden Negmar… Negmar’ın bazıları tamamen kendine ait bazılarında da ortaklarının 13 denizcilik şirketi bulunuyordu[ii]….Ro-Ro gemileri, yolcu ve araç taşıyan feribotları, uluslararası sularda işleyen LNG tankerleri ile ciddi bir denizcilik ağına sahipti. Şirketlerin çoğunda Suudi Arabistanlı Nesma Grup da ortaktı..

Gübretaş, 2015’e yılında denizcilik işletmesi yapan bağlı şirketi Negmar'ın hisselerini satışa çıkardı. İhaleye katılan tek şirket olan Raintrade Petrokimya ve Dış Ticaret A.Ş.’nin sahibi Şaban Kayıkçı ve Suudi Arabistanlı ortaklarıydı. Raintrade, yükümlülüğünü yerine getirmediği için ihale iptal edildi. 2016’da tekrar çıkılan ihalede de Raintrade yine tek alıcıydı. Onun da aynı gerekçeyle iptalinin ardından yapılan üçüncü ihaleye iki firma katıldı: Raintrade ve Asya Gaz.

Yani Şaban Kayıkçı’nın İran’daki yatırımında ortağı olduğu Gübretaş, denizcilik hisselerini satıyor; Şaban Kayıkçı’nın şirketiyle, Şaban Kayıkçı’nın diğer şirketi ihalede yarışıyor; ihaleyi Şaban Kayıkçının şirketi Asya Gaz kazanıyordu. Araya bir bilgi daha girelim Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğünün eski memuru kamuoyunun en çok konuştuğu iş adamlarından biri oldu. Zira; Bodrum’da Sezgin Baran Korkmaz’ın ilk çöktüğü otel Kervansaray’ı 30 milyon Euro’ya satın alan Şaban Kayıkçıydı. Şaban Kayıkçı Haliçport olarak bilinen projeyi üstlenen Haliç Altın Boynuz Marina şirketinde de FETÖ’nün yayın organı Zaman Gazetesinin sahibi Fettah Tamince’yle ortak. Şaban Kayıkçı’nın Suudi Arabistan ve Dubai’de de şirketleri var: Alchemist Energy Trading DMCC, Raintrade Petrokimya… Yirmi yılda memurluktan dünyanın pek çok ülkesinde şirketleri olan bir iş adamlığına yükselmek ticari bir dehanın marifeti olsa gerek…

Asya Gaz; Negmar’ı aldıktan bir süre sonra Negmar’ı denizci bir aileye Koç’lara satıyor… Negmar’ın yeni yönetim kurulu başkanı Mehmet Koç da kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Binalı Yıldırım’ın oğlu Erkan ilk gemiciğini aldığında parayı nerden temin ettiği sorulduğunda Santour GmbH'dan 200 bin avro borç aldığını söylemişti. Olayı ilginç kılan Erkan Yıldırım’ın borç aldığını açıklamasından bir süre  sonra Santour’un Binali Yıldırım’a bağlı Denizcilik İşletmeleri’nden Ankara feribotunu ihalesiz kiraladığı ortaya çıkmıştı. Kamuoyu Santour GmbH'nin CEO’su Mehmet Koç’u bu olayla tanımıştı… İşin ilginci Mehmet Koç Negmar Gübretaş’ın bünyesindeyken de bir süre Negmar’ın Genel Müdürlüğünü yapmıştı… Yani Negmar’ın ihalesine girerken, Negmar’ı ihaleye çıkaranlardan belki daha iyi tanıyordu…

Gübretaş’ı incelerken bir tanıdık isme daha rastlıyoruz: Şükrü Kutlu. Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı olunca Bakan Danışmanlığına getirdiği iki prensinden birisi  -diğeri İbrahim Şahin- olan  Şükrü Kutlu 2003-2014 ve 2016-2019 yılları arasında Türk Telekom Genel Müdür Yardımcılığı yapmıştı.  2019’dan bu yana da Türk Telekom International Grup Genel Müdürlüğü görevini yürüten Şükrü Kutlu,  meğer 2015 Şubatı ile 2016 Nisan’ı arasında Gübretaş Genel Müdürlüğü yapmış… Yalnızca Gübretaş Genel Müdürlüğü değil; Gübretaş Yönetim Kurulu Üyeliği, Razi Petrokimya Yönetim Kurulu Üyeliği, Negmar Yönetim Kurulu Üyeliği ayrıca Negmar’a bağlı şirketlerin de bir kısmında yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuş… Yani Türk Telekom’da edindiği özelleştirme ve satıcılık deneyimini Gübretaş’da da kullanmış…

Tarım Kredi Kooperatifi bu karmaşık yapısıyla denetimi, kontrolü zor bir kuruluş. Denetiminin zor olması, yüksek istihdam kabiliyeti, yurt dışındaki şirketleri, 19 iştiraki ve bağlı ortaklığı ile bunların iştiraklerinin yarattığı iş imkanları,   yüz civarında kişiye yönetim kurulu üyeliği verme imkanı ile bir rant kapısı ve siyasilerin gözde kuruluşu. Son otuz yıldaki genel müdürlerinin, genel müdür olmadan önce veya genel müdürlük yaptıktan milletvekilliği yapması da bu kurumun ne kadar siyasallaştığının göstergesi… İştirakleri ve iştiraklerin iştiraklerinde onun üzerinde eski milletvekili çeşitli şirketlerde, yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. Yönetim Kurulu üyeleri arasında Tarım Kredi Genel Müdürlüğünün üst yöneticileri, iştiraklerin Genel Müdürleri, Cumhurbaşkanlığı ve Tarım Bakanlığının bazı bürokratları da yer alıyor…

Tarım Kredi Genel Müdürü Fahrettin Poyraz çeşitli açıklamalarında “Şirketlerin Yönetim Kurullarında görevlendirilen üyeler birden fazla şirkette görev yapıyor olsalar dahi sadece bir huzur hakkı ücreti almaktadır” dese de, Tarım Kredi Kooperatiflerini en iyi bilen gazetecilerden Milli Gazete yazarı Sadettin İnan Fahrettin Poyraz’ın aldığı maaş ve huzur hakları toplamının 180 bin lira olduğu iddiasını sürdürmekte, Fahrettin Poyraz’ın sadece İran’daki Razi şirketinden aldığı huzur hakkının aylık 10 nin Avro olduğunu vurgulamaktadır…

Konuyla ilgili olarak, geçmişte Tarım Kredi Kooperatiflerinde üst görev bürokrat olarak görev yapmış bazı arkadaşlara konuyu sorduğumda; “böyle bir karar alınmış olsa bile uygulaması ancak Tarım Kredi’nin yönetimine hâkim olduğu şirketler için söz konusu olabilir. Tarım Kredi’nin hisse oranının düşük olduğu özellikle yabancı ülkelerdeki şirketler için böyle bir sınırlamanın uygulanması mümkün değil” diyerek düşüncelerini ifade etmişlerdir.

Tarım Kredi’de ödenen huzur hakları çok konuşulacağa benziyor. Milli Gazete Yazarı Sadettin İnan; “Fahrettin Poyraz, boşta kalan dünürü Selahattin Külcü'yü GÜBRETAŞ'ın yönetim kuruluna atayarak aylık 10 bin lira huzur ücreti almasını da sağlamıştır.” Diyerek nepotist eğilimlere de vurguda bulunuyor…

Konu derin ve grift… Herşeyi anlamaya da anlatmaya da imkan yok.  Sadettin İnan’ın bir cümlesini aktararak Gübretaş konusuna nokta koyalım: “İşin acı tarafı, gübreyi 2 bin 50 liradan ithal edip, çiftçiye 3 bin 240 liradan sattığına yönelik iddiaların adresindeki şirketin “çiftçi adına piyasaları regüle etme” görevi bulunan GÜBRETAŞ olması ise daha da düşündürücüdür.”

Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğini; Yöneticilerin atama olarak nitelendirilebilecek seçimlerinde devletin belirleyiciliği çok yüksek olduğu için devlet tarafından yönetilen en büyük şirketler grubu olarak da tanımlamak mümkündür.

2010 yılında Mersin’de Tarım Kredi Kooperatiflerinin çiftçi ortaklarının ve diğer iştiraklerinin ürünlerini pazarlama amacı ile Tarım Kredi Birlik Anonim Şirketi kurulmuş, tesislerinde ortaklarının ürünlerini işleyip paketleyerek kamu kurumlarına, cezaevlerine, toptancılara ve büyük marketlere pazarlamaya başlayan, bu şirket ilk mağazasını kuruluşunu 2017 yılında Ankara Bahçelievler’de açmıştır.

Mağazalar zaman içerisinde çoğalmıştır. Tarım Kredi Birlik Anonim Şirketi Marketçiliğe başladıktan sonra zarar etmeye başlamış, şirket bilançolarına göre 2019 yılında 46 milyon 5 bin 231 lira olan zararı 2020 yılında mağaza sayısındaki artışa paralel olarak  58 milyon 253 bin 561 liraya çıkmıştır…

16 Aralık 2020 tarihinde Tarım Kredi Kooperatifleri bünyesinde Tarım Kredi Pazarlama ve Marketçilik Anonim Şirketi adı altında yeni bir şirket kurulmuş ve Tarım Kredi Birlik Anonim Şirketi bünyesinde perakende satış yapan Tarım Kredi Marketleri bu şirkete aktarılmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Şubat 2021 Tarihinde Ak Parti Grubunda yaptığı konuşmada “Tarım Kredi marketleriyle, zincir marketlerin özellikle yüksek fiyatlarla vatandaşı adeta sömürdüğü bir noktada piyasayı bizim balanse etmemiz gerekiyor. İlk etapta 500, daha sonra 1.000, daha sonra gerekirse bu sayıları artıracağız, devletin görevi bu.” Demesi üzerine Tarım Kredi Marketlerin açımına hız verilir… Ve 30 Eylül itibariyle mağaza sayılır 483’e yükselmiştir…

6 Ekim 2021 tarihinde İstanbul’daki bir Tarım Kredi Marketinde alışveriş yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan Market çıkışında, "Süratle, 500 metrekareden olmak üzere Türkiye genelinde ilk etapta bin kadar bu tür marketlerin yapılması talimatını verdik. Bunları süratle çoğaltacağız. Ve böylece vatandaşımıza ucuz ve kaliteli ürünü ulaştırmanın ve piyasayı da balanse etmenin inşallah gayreti içerisinde olacağız. Şu anda da bizzat burada yaptığım alışverişte bunu gördüm. Bundan dolayı da mutluyum.” Şeklinde demeç vermesi üzerine Tarım Kredi Marketlerin açılış yeni bir ivme kazanmış, her yerde yeni yeni marketler açılmaya başlanmıştır.

Öncelikle ciddi bir firma, mağaza sayısını, çalışanlarını vasıflarını, hitap edeceği müşteri kitlesini, satacağı ürünlerin çeşitliğini, mağazaların büyüklüğü ve nerelerde açılacağını ciddi Pazar araştırmaları ve fizibilite çalışmaları sonucu tespit edilir… Dünyanın hiçbir yerinde açılacak mağaza sayısı bir kişinin -ki o kişi dahi bile olsa- istek ve görüşleriyle belirlenmez… Sayın Cumhurbaşkanı Tarım Kredi Yönetimine “gerekli fizibilite çalışmalarını yapın, eğer enflasyonun kontrol altına alınacaksa, ortağınız olan köylülerin zararına da neden olmayacaksa, mağaza sayılarını süratle artırın..” şeklinde talimat verseydi  daha uygun olurdu… Türkiye’yi yönetme yükünü tek başına omuzlayan Cumhurbaşkanımızın,  Makro ekonomik sorunlar yerine, Tarım Kredi Kooperatiflerinin mağaza sayısı, kaç metrekarelik marketlerde hizmet vereceği gibi konularla uğraşması ayrıntılarda boğulmasına yol açar… Ayrıca kooperatifler en geniş katılımlı ortaklıklardır. Demokratik bir ülkede bir kooperatifin kararlarının kooperatif organlarınca alınması gerektiği de kuşkusuzdur…800.000 ortağı olan bir kooperatifin ortaklarına danışmadan, ortaklarına faydası tartışılır marketlerinin kooperatifçiliğin ruhuna ne kadar uygun olduğu da ayrı bir tartışma konusudur…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu iki demecinden Tarım Kredi Marketler ile piyasadaki fiyatları dengelemeyi, fahiş fiyat artışlarını kontrol etmenin amaçlandığı anlaşılıyor. Bu mümkün mü?

Zincir marketlerden bazılarının şube sayısı on bini geçiyor, marketçilikte deneyimli yöneticilere ve meslek içi eğitimden geçmiş çalışanlara sahipler, ürün çeşitliliği çok fazla, şubelerinin yerleri genellikle çok akılcı seçilmiş, hizmet alanları ihtiyacı karşılayacak şekilde belirlenmiş,   çabuk karar verme ve inisiyatif kullanma imkanları var. İnternet ve telefon aracılığıyla pazarlama imkânları sürekli genişliyor… Buna karşılık Tarım Kredi Marketlerinin ürün ve marka çeşitliliği  çok sınırlı, marketçilik deneyimleri yalnızca  2-3 yıl, elemanlarını taşaron firma aracılığı ile temin ediyorlar(dı), sayıları bine bile çıksa diğer marketlerle rekabet ve fiyat belirleyici olma açısından çok sınırlı. En büyük problemlerin de çabuk karar verme ve inisayatif kullanma açısından yaşanacağı kuşkusuz. Zincir marketlerin pek çoğu, semt pazarlarının olduğu günleri halk günü ilan ederek meyve-sebze fiyatlarında ciddi indirimlere gidebilmekte, son kullanım tarihi yaklaşan ürünlerde mağaza bazında özel indirimler uygulayabilmekte, gerektiğinde bazı markalarda çok büyük indirimler yapılmaktadır. Bunları mevcut bürokratik yapısıyla Tarım Kredi marketlerinin uygulayabilmesi çok zor…

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre bu marketler kendi öz sermayesi ile açılmıyor bankalardan yüzde 20 faizle kullanılan kredilerle açılıyor. Satılan ürünlerin önemli bir bölümü ortaklarının veya kendi fabrikalarının ürettiği ürünler de değil…  Tarım Kredi marketlerinde ithal ürünler de satılıyor. Bir kaç yıl önce Tarım Kredi’ye bakliyat ithalatı yapma yetkisi verildi. O ürünler hem kendi mağazalarında hem de diğer zincir marketlerinde Tarım Kredi markası ile satıldı. Yani Türk Çiftçisine destek olmak üzere kurulan Tarım Kredi Kooperatifleri, tarım ürünleri ithal ederek kendi çiftçisi ile rekabet etti..

Tarım Kredi Marketlerinin açılması ve sayısının çoğaltılmasının temel nedeni, enflasyonun nedenine konan yanlış teşhis. Geçmişte de ithal etle, tanzim satış çadırlarıyla fiyatların durdurulacağı düşünüldü… Kısa vadede bir sonuç alınsa da uzun vadede bu yöntemlerin bir işe yaramayacağı anlaşıldı… 

Yanlış tarım politikaları, döviz kurundaki artışa paralel olarak tarımsal girdi (gübre, tohum, mazot, elektrik, tarım makineleri tarımsal ilaç vb) ve lojistik maliyetlerinin yükselmesi, hatalı ve dışa bağımlı tohum politikası,  finansman sorunu gibi onlarca neden varken, fiyatlardaki yükselmenin en önemli nedeni olarak oluşmasında baş sorumlu oldukları beş zincir marketi görmek ve bunlarla mücadele için Tarım Kredi Marketleri devreye sokmak, çaresizliğin bir sonucu olsa gerek…

Tarım Kredi Marketlerin diğer marketlerden ucuz olduğu iddiasının da bir algı yaratmaktan ibaret olduğu kısa sürede anlaşıldı. Gazetelerde çıkan haberlerden de anlaşılacağı üzere birkaç ürün dışında ciddi bir ucuzluğun olmadığı anlaşıldı… 

Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz’ın “-Tarım Kredi Marketleri'ndeki fiyatlar diğer marketlerle aynı- algısı aslında doğru yolda olduğumuzun göstergesi” şeklindeki beyanı da “Tarım Kredi Kooperatifleri, devletin şirketi değil. Adı üstünde birçok çiftçi üyesi olan bir kooperatif. Yani üyelerine karşı sorumluluklarını yerine getirmek için makul düzeyde kâr etmek zorunda.” İfadesi de aslında bir gerçeğin ifadesi… Yani Tarım Kredi Kooperatiflerine “Enflasyonla Mücadele” eden savaşçı olarak görmek de, fiyatların düşmesine katkısı olacağını ummak da hata…[iii]

Ama bu hayalci yaklaşımı sonucu Tarım Kredi Marketler 2021 yılında da zarar edecekler. Hem de 2021 yılında;  2019 ve 2020’deki zararlarını katlayacaklar, sonuçta fatura Kooperatifin ortağı 800 binin üzerindeki Türk Çiftçisine kesilecek.

Çiftçinin traktörüne, iş makinesine haciz koyan[iv], çiftçilere banka faizinden daha fazla faiz uygulayan Tarım Kredi Kooperatifleri, bu uygulamalara son vereceğine, çiftçiye ucuz girdi sağlayacağına, “enflasyonu önlemek” iddiası ile kooperatif ortağı olmayanların da ürünlerini pazarlayan Marketler zinciri ile ortaklarını zarar ettirilmesi kuruluş kanununa ne kadar uygundur?

Tarım Kredi hakkında yazılacak aslında çok şey var. Mesela: Tarım Kredi Eski Genel Müdürlerinden birisi adına evine 1 kilometre mesafedeki Ankara’nın en lüks otellerince düzenlenip Tarım Kredi bütçesinden ödenen 7 farklı otel faturası, Tarım Kredi Genel Müdürünün atanma şekli, aldığı dudak uçuklatan ücretler, Genel Müdürün eşine ait bir binayı satın alıp o binayı daha sonra Tarım Kredi’ye kiraya veren Tarım Kredi’nin mutemet işadamı,  bazı şirketlerle gizemli ilişkiler, Tarım Bakanlığının hileli ürün listesini Tarım Kredi Marketler’de satışı yapılan hileli ürünler tespit edildiği için yayınlanmadığı iddiası, Bağlı şirketlerden TARKİM ve TAREKS ile ilgili iddialar vb.….  Ama bunların büyük bir bölümünü Milli Gazete’nın  Tarım yazarı Sadettin İnan ayrıntılı bir şekilde dile getirdiği için tekrardan yazmaya gerek duymadım.



[i] FETÖ’nün terör örgütü sayılması için bir milat gerekmediğini düşünenlerdenim, ama mutlaka bir milat gerekiyorsa, bunun Aralık 2013 yerine kasetlerin yayınlandığı Mart 2011 olması daha doğru değil mi?

[ii] Negmar Denizcilik Yatırım A.Ş. (Negmar Denizcilik) Yönetim Firması

Bostan Denizcilik Limited Şirketi (Bostan Denizcilik) Ro-Ro Taşımacılığı

Hidiv Denizcilik (Hidiv Denizcilik) Ro-Ro Taşımacılığı

Narlı Feribot İşletmeciliği A.Ş. (Narlı Feribot) Feribot Taşımacılığı

IGLC Anka Shipping Investment S.A. - (Anka) Deniz Taşımacılığı

IGLC Dicle Shipping Investment S.A. - (Dicle) Deniz Taşımacılığı

Etis Lojistik A.Ş. (Etis Lojistik) Karayolu Taşımacılığı

Oruç Shipping Investment S.A. - (Oruç) Deniz Taşımacılığı

Hızır Shipping Investment S.A. - (Hızır) Deniz Taşımacılığı

İstanbullines Denizcilik Yatırım A.Ş. (İstanbullines) Yönetim Firması

SAT Shipping Investment S.A. - (Sat Shipping) Yönetim Firması

Bandırma Gemi İnşaat San. Tic. A.Ş. - (Bandırma) Limancılık

NBulkgas Deniz İşletmeciliği Limited Şirketi (Nbulkgas) Yönetim Firması

[iii] 2 Kasım 2021  Sabah Gazetesi/Mevlüt Tezel “Tarım Kredi Fiyatları nasıl normale çekiyor”

[iv] Tarım Kredinin eski yöneticilerinin beyanına göre eskiden de haciz uygulaması varmış. Ama haciz konan iş makinası yed-i emin olarak borç sahibi çiftçiye teslim edilerek çiftçinin tarlasını işleyip borcunu ödemesine imkân sağlanırmış.

25 Ekim 2021 Pazartesi

Tarım, Enflasyon, Özelleştirme

 


Uzun bir süredir hayat pahalılığını, enflasyonu konuşuyoruz. Özellikle tarım ürünleri fiyatlarındaki aşırı yükselmeleri…

Tarım ürünlerinin yüksekliğinin nedenlerini de, tarım uzmanları ve ekonomistler ana iki nedene bağlıyorlar. Birincisi tarım ürünleri üretimindeki girdilerin (mazot, gübre, elektrik, ilaç, tarım makinaları vb) fiyatlarındaki aşırı artış nedeniyle üretim maliyetinin yükselmesi.  İkincisi de tarım ürünlerinin pazarlamasında yaşanan problemler; hal yasası, süper market zincirlerinin kârlarını yüksek tutmaları, üretim ve tüketim merkezleri arasındaki uzaklığın getirdiği problemler. Bu iki ana nedene; afetleri, tarım sigortasının oturmamış olmasını, örümcek ağı teoremini[i] ekleyenler de var…  

Ama devletin tarımdaki düzenleyici fonksiyonunun ortadan kalkmasının, bir başka ifadeyle tarıma destek, öncülük ve piyasa düzenlemesini sağlamak amacıyla kurulan KİT’lerin özelleştirilmelerinin, tasfiye edilmelerinin veya etkisizleştirilmelerinin tarım ürünlerinin fiyatının yükselmesi üzerindeki olumsuz etkisinden kimse bahsetmiyor. Oysa tarım ürünleri üretiminin azalmasında, özelleştirme politikalarının büyük payı var.

1980’lerde sözlüklerimize yeni ve büyüleyici bir kelime girdi: Özelleştirme… Özelleştirme sayesinde mülkiyet halka yayılacak, Zarar eden kuruluşlar kâr etmeye başlayacak, halk, ekonomiye doğrudan doğruya katılacak, ekonomiye canlılık gelecek, sanayileşme hızlanacak, KİT’ler artık devlete yük olmaktan çıkacak, istihdam artacak, Devletin vergi gelirleri artacak, yolsuzluklar azalacaktı.

1990’larda başlayan ve ısrarla her hükümet tarafından sürdürülen özelleştirme macerası, umulanların hiçbirini vermedi bize. Kırk yıllık bu süreçte; özelleştirme kamu malının yağması olarak gerçekleşti. Sonuçları da, ekonomik krizler, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve enflasyon oldu.

Özelleştirme hakkında çok şey yazılabilir. Anlatılabilir. Nitekim Türk Telekom Özelleştirmesinde yapılan yanlışları (?) iki çalışmamda ortaya koymuştum. Birincisi Başkent İktisatçılar Derneği Genel Sekreteri iken 2004 yılında bu dernek için hazırladığım “Satılan Türk Telekom’un T’si mi Türkiye’nin T’si mi?”[ii] isimli çalışmamda Telekom Özelleştirmesinin doğuracağı sakıncaları belirtmiştim. Telekomcular Derneği Başkan Yardımcısı iken, 2009 yılında hazırladığım “Bir Talanın Hikayesi”[iii] isimli raporda da özelleştirmede yapılan yanlışları, yolsuzlukları ortaya koymuştum…

Tarım sektörüne yönelik olarak kurulan KİT’lerin özelleştirmesinin sakıncalarını anlatmak üzere başladığım yazı elimde olmadan, yüreğimi yakan bir konuya Türk Telekom özelleştirmesine evrildi..

Neyse konumuza dönelim.

1923 yılından 1980’lere kadar Devlet, tarım sektöründe; a) üreticiye gübre, tohum, yem, makine gibi girdileri sağlamak amacıyla  TİGEM, TÜGSAŞ, İGSAŞ, TZDK, YEMSAN gibi kuruluşları kurmuş,  b) çiftçiye tarımsal kredi sağlamak amacıyla Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerini görevlendirmiş, c) tarımsal destek, tarımsal ürün alımı ve pazarlaması amacıyla  TMO, ÇAYKUR, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, SEK, EBK  gibi KİT’ler yanında  Tariş, Fiskobirlik, Trakya Birlik, Çukobirlik gibi kooperatif birlikleri faaliyete geçirmiştir. Bu kamu kurumları aracılığı ile tarım politikası yönlendirilmiş, çiftçiye destek sağlanmış, tarım üreticisi ve tüketici korunmuştur. Bu uygulama Tarımla ilgili KİT’ler özelleşene kadar devam etmiştir…

Dünyadaki uygulamaların aksine özelleştirme Türkiye’de tarım sektöründe başlamıştır. Bunun sonucunda da dünün tarımsal ürün ihracatçısı olan Türkiye, bugün temel tarım ürünlerinde, özellikle tarımsal girdi ve nihai mallarda ithalatçı konumuna gelmiştir. 1960’lı yıllarda temel tarım ürünlerinde kendi kendine yeterli dünyanın yedi ülkesinden biriyken tarım ürünleri ithalatçısı durumuna geldik. Nohut’u Kanada’dan, eti Arjantin’den, Sırbistan’dan, şekeri Ukrayna’dan, karpuzu İran’dan, buğdayı Rusya’dan, patatesi, zeytinyağını iç savaşın hüküm sürdüğü Suriye’den ithal ettik…

Tarımla ilgili KİT’lerin özelleştirmelerin ne kadar çarpık gerçekleştiğini birkaç örnekle anlatmak isterim;

1995 yılında, Et Balık Kurumu’nun Ankara kombinası satışa çıkardı. Tesisin en cazip yanı Ankara’nın merkezindeki 100 dönümlük arsasıydı. Tesis ve 100 dönüm arsası Gimat adlı bir kooperatife kombinanın çalıştırılması şartıyla 22.3 milyon dolara satıldı. Satış gerçekleşir gerçekleşmez kooperatifi dağıtan işadamları anonim şirket kurdular ve kombinanın arsasının 50 dönümünü 126 milyon dolara Migros’a devrettiler. Arsaya çok büyük bir alışveriş merkezi (ANKAMAL) kuruldu. Arsanın kalan 50 dönümlük bölümü de bir Alman şirketine 100 milyon dolara devredildi. Yani tesisi 22 Milyon dolara alan işadamları (!) bu işten birkaç yıl içinde 204 milyon dolar kazandılar

1944'te "Üreticinin ihtiyaç duyduğu tüm tarım, makine, araç ve gereçleri ile diğer girdileri üreterek veya sağlayarak karşılamak" amacı ile kurulan ve 1998'de özelleştirme kapsamına alınan Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK)’na ait mal varlıkları 1999-2008 yıllara arasında değerinin çok altında kişi ve kuruluşlara adeta hibe edildi.

Şeker Fabrikalarının, TEKEL’in, TÜGSAŞ’ın, SEK’in, Yem Sanayiinin özelleştirilmesinde de peşkeş, yolsuzluk iddiaları hep dillendirildi… On binlerce işçi işsiz kaldı. Türk Çiftçisi mağdur oldu…

1980 öncesi tohumculuk devlet tekelindeydi ve tohum fiyatları devlet tarafından belirleniyordu. 1984’te Dünya Bankası’yla yapılan ikraz anlaşmasına göre, tohumluk ithalatı serbest bırakıldı ayrıca tohum ile görevli kamu kuruluşu TİGEM’in görev ve yetkileri sınırlandırıldı. 31.10.2006 tarihli ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile çokuluslu şirketlerin hâkimiyetine açık bir döneme girildi. Bu Kanunla köylülerin kendi tohumluklarını ve bunlardan üretilen fideleri satmaları yasaklanmış; çiftçi hibrit tohumlara mahkûm edildi.

Türk çiftçisinin ucuz ve kaliteli gübre, sağlıklı tohum, uygun tarım makineleri bulamamasının, ürünlerini uygun fiyata satamamasının, ürününü pazarlayamamasının en önemli nedenlerinden birisi tarımla ilgili kamu kurumlarının özelleştirmeleri, yetkilerinin azaltılması veya kuruluş amaçları dışına yönlendirilmeleridir…

Kuruluş amacı dışına çıkan kamu kuruluşu deyince  Ziraat Bankasını zikretmeden olmaz… Adı üzerinde, Türk Çiftçisine tarımsal kredi vermek üzere kurulmuş bu banka, son yıllarda kuruluş amacından uzaklaşmış, büyük müteahhitlere, gazete satın alacak iş adamlarına, Virgine adalarında kurulu şirketlere büyük miktarda ve usulüne uygunluğu tartışılır bir şekilde krediler veren bir yapıya dönüşmüştür… Böyle olunca da, çiftçiye kredi vermek olan asli görevi aksamıştır…

Türk Telekom stratejik değildir, telekomünikasyon hizmeti vermek devletin görevi değildir, babalar gibi satarız diyenlerinin; EBK’nin yıllar sonra, kör topal da olsa yeniden faaliyete geçirmeleri, kuruluş kanununa aykırı da olsa Tarım Kredi Kooperatifleri marketlerinin[iv] fiyat düzenleyici olarak devreye sokmak zorunda kalmaları, 1980’lerin başından beri ısrarla sürdürülen neoliberal- özelleştirmeci politikaların iflas ettiğini göstermesi bakımından anlamlıdır…

Konu çok grift ve derin… Yazacak, söyleyecek çok şey var. Ama ne yapalım ki yerim dar…[v]

 



[i] Örümcek Ağı Teorisi: Bir üründe üretim miktarının, bir önceki yılın fiyatına bağlı olarak oluşmasıdır. Patates ile açıklarsak; patates üretiminin çok olduğu yıl piyasada fiyat düşer. Çiftçiler zarar ettikleri için ertesi yıl daha az patates ekerler. Üretim azaldığı için piyasaya patates arzı azalır ve fiyat yükselir.

[iv] Tarım Kredi Kooperatifleri Marketleri’ni de başka bir yazımızda irdeleyeceğiz…

[v] Aklınıza “Oynamasını bilmeyen gelin yerim dar demiş, yerini genişletmişler yenim dar demiş.” Atasözündeki gibi bahane ürettiğim aklınıza gelmesin. Anlatacak çok şey var ama gazetenin bana ayırdığı yer sınırlı. İnşallah başka bir yazıda konuya yeniden dönmek umuduyla…

15 Aralık 2019 Pazar

ÖZELLEŞTİRME- DEVLETLEŞTİRME VE TALAN



Liberal ekonomiyi savunanlar özelleştirmenin amacını; "devletin ekonomide işletmecilik alanından tümüyle çekilmesini sağlamak" olarak koymuşlardı...
Devletin elindeki dev kurumlar; Tüpraş, Türk Telekom, Petrol Ofisi, Sümerbank, Tügsaş, PETKİM, Yem Sanayi, Şeker Fabrikaları, EBK, Orüs, SEKA, Çitosan, TPAO, Etibak, TDÇİ vb. bu amaç doğrultusunda birer birer satıldı...
Satılmak ne kelime yağma edildi… Yandaşlara, eşe-dosta peşkeş çekildi...
Devletin elinde TCDD, PTT ve THY dışında ciddi bir ticari işletme kalmadı...
2005 öncesi Kurumlar Vergisi rekortmenleri incelendiğinde, ilk onda Türk Telekom, Tüpraş, Petrol Ofisi PETKİM gibi kamu kurumu yer alırdı...
O kurumlar özelleştikten sonra bırakın ilk onda yer almayı, ilk 20'de bile yer bulamadılar... Artık ilk onda sadece bankalar var...
Faizi günah bilenlerin yönettiği ülkede, gariptir ki; kârlı işletmeler olarak yalnızca bankalar ayakta kaldı...
Özetle özelleştirilen işletmeleri alanlar bu kurumları devlet kadar yönetemedi, kârları ve dolayısıyla devletin vergi gelirleri azaldı...
Özelleştirilen kurumların büyük bölümü de amaçları doğrultusunda çalıştırılmadı; Mesela özelleştirilen ORÜS fabrikalarının tamamına yakını battı... Özelleştirilen Sümerbank, Çimentaş ve SEKA'nın fabrikalarının durumu da aynı…
Özelleştirilen kurumlardan Türk Telekom’un başına gelenleri “Türk Telekom’un Özelleştirilmesi.Bir Talanın Hikayesi” başlıklı raporumda, Orüs Özelleştirmesini de “FotoğraflarlaBir Özelleştirme Hikayesi” başlıklı yazımda anlatmıştım…
Özelleştirilen kurumları alanlar, ticari değeri olan arsalarını sattılar, işletmecilikten çıktılar. Özelleştirme idaresinden aldıklarını birkaç ay sonra aldıkları fiyatın 3-4 misline satanlar oldu... KİT'lerin özelleştirilmesinden tarım ve hayvancılık da olumsuz yönde etkilendi... Anadolu'daki KİT'lere ait fabrikalar kapanınca, fabrikaların bulunduğu il ve ilçeler küçüldü... Büyük kentlere göçüş hızlandı...
Pekiyi bu özelleştirmeler sonucunda, devletin ekonomide işletmecilik alanındaki payı azaldı mı? Ne gezer; arttı...
Bu kadar özelleştirmeden sonra Devletin ekonomideki payının arttığı iddiası saçma gibi geliyor ama doğru...
İflaslar, mahkeme kararları ve FETÖ soruşturmaları nedeni ile TMSF'nin ve mahkemece atanan kayyumların, dolayısıyla fiilen devletin yönettiği o kadar şirket var ki... Ayrıca Varlık Fonu kapsamındaki firmalar var... Ve varlık fonu kapsamında olmayan birkaç KİT…
TMSF'nin Ocak 2019 İtibariyle yaptığı açıklamadan; TMSF kayyumluğunda idare edilen 955 şirket bulunduğu, bunların aktif büyüklükleri toplamının 56,5 milyar lira, öz kaynaklarının 19,8 milyar lira, çalışan sayısı da 44 bin 622 kişi olduğu anlaşılmaktadır...
Bir de son olarak Ziraat Bankası’nın “Simit Sarayı” isimli işletmeye ortak olmasıyla su yüzüne çıkan bir gerçeklik var; Kamu Bankalarının ödediği kredilerin geri dönüşümünü sağlayamadığı firmalara ortak olması. Simit Sarayı sadece bir örnek… Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankası’nın sahibi olduğu büyüklü küçüklü 30’un üzerinde şirket olduğu ifade ediliyor…
Ayrıca Telekomünikasyon sektörünün iki büyüğü (Türk Telekom ve Turkcell) sermaye çoğunluğu kamuda olmamasına rağmen, devletin -partinin mi demeliydim?- atadığı görevliler tarafından yönetiliyor...
Üstüne üstlük, bu şirketlerde yapılanlar tamamen denetim dışı...
Kimlerin kayyum atanacağı konusunda kapsamlı bir hukuki düzenleme yok. Atamalarda keyfilik ve başıboşluk hakim…
Ne Sayıştay'ın, ne Devlet Denetleme Kurulunun denetimine tabi değiller...
Keyfilik had safhada...
Zarar da, yanlış yönetimin doğuracağı riskler de gerçek hisse sahiplerinin sorumluluğunda,
Keyfiliğin olduğu yerde yolsuzluk da kaçınılmazdır..
Ama hesap soracak bir mekanizma yok...
Madem devletin işletmeciliğinin payı azalmayacaktı, bir hukuk sistemi içerisinde yürüyen KİT'lerin suçu neydi?
O KİT'ler ki;
Yönetim kurulları tarafından yönetilirdi…
Yüksek Denetleme Kurulu'nun denetimine tabiydi...
Kendi iç denetim organları vardı.
TBMM Kit Komisyonu tarafından denetlenirdi..
Çalışanları işinin uzmanıydı.
Anadolu'ya yayılan KİT'ler Anadolu'ya hayat getirirdi...
Madem daha iyisini getiremeyeceksiniz, ne istediniz KİT'lerden…
Tamam, "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" liberal kapitalizmin en eski ve vahşi kuralıdır... Ama onun da kendi içinde kuralları vardır...
Mesela; devlet ekonomik işletmeciliğe hiç girmez...
Ama siz devleti işletmeciliğe en kuralsız şekilde soktunuz...
Mesela; devlet işletmeler arasında taraf olmaz, işletmecilere müdahil olmaz...
Siz en sert şekilde müdahil oldunuz, yandaş iş adamları yarattınız...
Kuralları bozdunuz...
Kuralsızlığı esas haline getirdiniz...
Acısını hep beraber çekeceğiz...